Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Başkanlık Sistemi Üzerine Düşünceler

Yazan : M. İhsan Darende [Yazarla İletişim]
Avukat

Bir toplumun kendi geleceğini kendi tayin etmesinin en güzel yolu, doğrudan demokrasidir. Yani toplumsal yaşamı ilgilendiren kuralların konması, uygulanması ve uyuşmazlıkların çözümlenmesinde, her bir bireyin doğrudan karar verebildiği doğrudan demokrasi, ortak aklın doğrudan tesis edildiği en verimli sistemdir. Ancak toplumlar gelişip, daha üst seviyelerde birbirlerine entegre olarak büyüdüklerinde, her bir bireyin, kamusal yaşamın oluşumuna doğrudan katılma imkânı fiilen ortadan kalkmıştır. Temsili demokrasinin ortaya çıkmasının sebebi işte bu gelişme ve büyümenin ortaya çıkardığı, fiili –doğrudan demokrasi- imkânsızlığıdır.



Temsili demokrasilerde, bireyler kamusal yaşama doğrudan müdahale edememekte, bunun yerine temsilciler seçmekte ve kamusal işleri onlar adına bu temsilciler yürütmektedir. Böyle olunca, kamusal işleri toplum adına yürüten kişiler, çok büyük bir gücü kullanmakta, fiilen büyük bir iktidara sahip olmaktadır. Kamu adına güç kullanımı suiistimallere de açık olabildiği için ortak akıl, bunları birbirini denetleyip dengeleyebilecek şekilde bölmüştür: Güçler ya da erkler ayrılığı ilkesi, kamu adına kullanılacak güç veya yetki kategorilerini bölerek, her birini başka kişi ya da kurullara bırakmak suretiyle, güç kullanımında tekelleşmeyi ve dolayısıyla suiistimali engellemek adına geliştirilmiştir. Böylece yasama, yürütme ve yargı erkleri birbirinden ayrılmış, bu yetkilerden her birisini farklı kişilerin kullanması sağlanmış ve bu erklerin birbirini denetleneme imkânı düzenlenmiş, bu suretle kamusal güç kullanma hususundaki tekelleşme engellenerek, doğrudan demokrasiye en yakın sistem oluşturulmaya çalışılmıştır.



Toplumsal kaynaşmaların zora dayalı olarak çözüme kavuşturulduğu devrim dönemleri dışında[1], hemen tüm gelişmiş toplumlarda, güçler ayrılığı ilkesi özel bir öneme sahiptir. Bu sistemde, her bir erkin kullanabileceği yetkiler açıkça belirlenmiş, birbirlerini nasıl denetleyecekleri açıklanmış ve böylece kamusal yaşam ayrıntılarıyla kurallara bağlanmıştır. Bu yolla kamu adına kullanılan gücün tekele alınması engellenmiş, kötüye kullanımların da önüne geçilmiştir.



Siyaset –bilhassa temsili demokrasilerde- toplumsal taleplerin hayata geçirilebilmesi, toplumsal ve sınıfsal çelişkilerin çözüme kavuşturulabilmesi bilimidir. Her bir toplumsal sınıf, zümre ya da tabaka, kendi çıkarlarına uygun siyasi ve ekonomik taleplerde bulunur. Çoğu zaman farklı sınıfların talepleri birbiriyle çelişir, ters düşer. Örneğin ücretlerin artırılması emekçi sınıfların çıkarına uygun ancak sermaye kesiminin çıkarına aykırıdır. Ya da tarımsal faaliyetin vergilendirilmesi, köylünün çıkarlarına aykırı ancak bu suretle elde edilen gelirler sebebiyle vergi yükü azalan diğer sınıfların çıkarlarına uygundur. İşte siyaset, birbiriyle çelişen bu toplumsal taleplerin en uygun koşullarda hayata geçirilebilmesinin bilimidir: Siyasi partiler, belli toplumsal talepleri esas alan ekonomik ve siyasi programlar hazırlar ve toplumsal sınıflar, kendi çıkarlarına uygun programa oy vererek, bu partiyi iktidara taşımaya çalışır. Bu şekilde kamusal görevler almış siyasi partiler, temsil ettikleri sınıfların ya da katmanların çıkarlarını savunurken, diğer sınıflarla ilgili toplumsal talepleri savunan siyasi partilerle uzlaşmaya çalışır. Asgari müşterekler bu suretle tespit edilir ve böylece uzlaşmaz çelişkliler akılcı şekilde yönetilmiş ve toplum yararına en uygun çözümler üretilmiş olur.



Bir başka deyişle, toplumsal sınıflar kendi aralarında doğrudan uzlaşma sağlayamayacaklarından, asgari müştereklerin tespitinde, onları temsil eden siyasi organizasyonları ve bunların programlarını kullanmak zorundadır. Siyasi partiler, doğrudan bir araya gelemeyen toplumsal sınıf ve katmanların uzlaşmasını sağlayan araçlarıdır. Belli uzlaşmaların sağlanamadığı, asgari müştereklerin akılcı şekilde tespit edilemediği durumlarda, toplumsal sınıflar arasındaki çelişkiler sosyal patlamaya sebebiyet verir. İşte siyaset, bu toplumsal uzlaşmanın sağlanması, sınıfların asgari müştereklerinin tespiti, talepler arasındaki çelişkilerin en uygun şekilde çözüme kavuşturulabilmesi bilimidir. Böylece siyaset bilimi, sosyal patlamaların önüne geçmeye ve toplumsal refahı yükseltmeye yönelik olarak çalışır.

Siyasetin işlevi bu olunca, toplumsal gelişmeyi en uygun koşullarda sağlayacak ve tüm sosyal sorunları çözebilecek bir temsil organının, tüm toplumsal sınıf, katman ve zümreleri temsil etmesi zorunludur. Çünkü ancak böyle bir temsil organında, her türlü sosyal sınıf ve katmanın talepleri dikkate alınabilir, pazarlık konusu yapılabilir ve akılcı asgari müşterekler, ancak tüm toplumsal talepler değerlendirilmek suretiyle bulunabilir. Dolayısıyla bir temsil organında bazı sosyal sınıf ya da katmanlar temsil edilmiyorsa, sosyal yaşamın geleceğine dönük en uygun asgari müştereklerin tespiti mümkün olmayacaktır. Başka deyişle temsil edilmeyen toplumsal sınıfın talepleri değerlendirmeye tabi tutulamayacak, asgari müşterekte dikkate alınamayacak, böyle olunca da, sosyal sorunların akılcı çözümü gerçekleştirilemeyecektir. Yani siyasi mekanizma, sosyal sorunların akılcı çözümünü hayata geçiremeyecek, temsil edilmeyen sosyal sınıflar, haklarını başka yollarla aramaya kalkışacaktır.



Bu sebeple doğrudan demokrasiye en yakın olan sistemler, tüm sosyal sınıfların temsil edildiği organlara sahip olan temsili demokrasilerdir. Bununla birlikte en küçük toplumsal grupların dahi temsil edilebildiği siyasi organlarda bazen akılcı bir uzlaşma sağlanamamaktadır. Elbette siyasetçi, işlevinin bilincinde olan kişidir: O hem belli sosyal sınıfları temsil etmekte, onların ekonomik ve siyasi programını uygulamaya çalışmaktadır hem de tüm toplum adına karar almaktadır. Bu sebeple diğer sosyal sınıfların taleplerini de değerlendirmek, asgari müşterekleri bulmak ve gerekli uzlaşmalara gitmekle görevlidir. Siyasetçi işlevinin farkında değilse, yani siyasi bilinci yeterli seviyeye ulaşmamışsa, siyasi mekanizma görevini yerine getiremeyecektir[2]. Sınıflar arasındaki çelişkiler siyaset yoluyla çözülmezse, sosyal basınç yükselecek ve tansiyon düşürülemediği takdirde, aşırı basınç patlamaya yol açacaktır. Bazen siyaset insanının siyasi bilincindeki noksanlıktan, bazen de çok sayıda sosyal sınıf ve katman arasında akılcı çözümler geliştirebilmenin zorluğundan dolayı, siyaset tıkanabilmekte ve toplumsal istikrar bozulabilmektedir.



İşte bu sorunla karşılaşan ortak akıl, seçim sistemleri üzerinde değerlendirmeler yapmış, demokrasiden kısmen fedakârlıkta bulunmak suretiyle, sosyal istikrarı sağlamanın yöntemlerini geliştirmiştir. Örneğin seçimleri barajlara bağlamak suretiyle, küçük toplumsal sınıf ya da katmanların temsil organının dışında bırakılması[3], istikrarı sağlayan bir yöntem olarak geliştirilmiştir. Böylece küçük sosyal gruplar, -barajı aşamayacağı endişesiyle- doğrudan kendilerini temsil eden organizasyonlara değil, onlara en yakın programlara oy vermeye zorlanmakta, bu durumda sosyal istikrar sağlanabilmekte ama demokrasi zarar görmektedir. Çünkü zaten dolaylı olan temsil sisteminde, bir de kendi programı yerine yakın programa oy veren sosyal grupların varlığı, dolaylılık derecesini, temsil kademesini artırmaktadır. Oysa doğrudan demokrasiden uzaklaşmaya sebebiyet veren her kademe, demokrasi adına ayrı bir kayıptır. O halde sosyal istikrarı sağlamaya yönelik temsil noksanlıları, ancak başka çözümler bulunamadığı durumlarda kabul edilebilir. Yani başka türlü istikrar sağlanamayacak ise bundan kaynaklanacak sosyal zararın büyüklüğü, bazı küçük toplumsal grupların iki kademeli bir temsiline, yani dolaylı bir temsile hak verdirebilir; seçim sistemine barajlar konabilir. Bu durumda dahi demokrasiden taviz verildiği hiçbir zaman gözden uzak tutulmamalıdır.



Özetlersek temsili demokraside asıl olan, tüm sosyal sınıf ve katmanların, kamusal organlarda temsil edilmesidir. Tüm sınıf ve katmanlar arasında bir sosyal uzlaşmayı ancak bu yaygın temsil temin edebilir. O zaman akla şu soru gelmektedir: Toplumsal sınıf ve katmanlar, hangi organda temsil edilecektir?



Kural olarak temsilin sağlanacağı asıl organ yasama meclisidir. İster parlamenter sistem (kabine sistemi), ister başkanlık sistemi ve hatta isterse meclis hükümeti sistemi olsun toplumsal sınıfları temsil eden kişilerin görev alacakları organ yasama meclisidir. Parlamenter sistemde yürütme, yasama organından güvenoyu almak zorunda olduğundan, meclis hükümetinde ise doğrudan yasama tarafından seçildiğinden, yasamadaki temsil, yürütmeyi de kısmen kapsamına almaktadır. Daha doğrusu sosyal sınıf ve katmanları temsil eden yasama organı, yürütmeyi de denetimi altında tutup, yeri geldiğinde güvensizlik oyu ile düşürebildiğinden, yasama meclisinde gerçekleşen toplumsal temsil, yürütmeyi de tam bir denetim altında tutabilmektedir. Üstelik disiplin parti sistemi, yani parti kurullarının üyelerin kullanacağı oylar hususunda bağlayıcı kararlar alabilmesine dayanan partiler olgusu, bilhassa parlamenter sistemde yürütme ve yasama arasındaki erk ve güç ayrımını ortadan kaldırmıştır. Gerçekten de bu sistemde iktidardaki siyasi parti, hem parlamento çoğunluğunu elde etmekte hem de aynı çoğunluğa dayanarak ve çoğu kez parti yöneticilerinden oluşan yürütme organını da kendi mensupları arasından çıkarmaktadır. Dolayısıyla yasama (çoğunluğu) ve yürütme, aynı siyasi parti mensuplarından teşekkül ettiğinden, parlamenter sistemde gerçek bir erkler ayrılığından söz etme imkânı kalmamıştır. Bunun yerine iktidarla muhalefet arasında bir dengeden söz etmek daha doğrudur. Dolayısıyla toplumsal sınıf ve katmanlar arasındaki uzlaşma, kural olarak iktidar ve muhalefet partileri arasında ve parlamentoda gerçekleşmekte, bu uzlaşmanın sonuçlarını da yürütme yerine getirmektedir. Ancak yürütme, bu icraatlarında yasamanın denetiminde olduğundan, temsili demokrasinin gerekleri yerine gelmektedir.



Buna karşılık başkanlık sisteminde yasama ve yürütme arasındaki erk ayrılığı çok daha belirgindir. Özellikle ABD gibi disiplinli parti sisteminin uygulanmadığı bir ülkede, başkanlık sistemi, erkler ayrılığı ilkesinin temelinde yatan mantığa uygun sonuçlar verebilmektedir. Bu sistemde başkanı doğrudan halk seçer. Sistemde başkan yürütmenin -daha doğrusu kabinenin- kendisidir. Halk tarafından seçilen başkan yardımcısı dışında, kabine üyelerini doğrudan başkan atar. Dolayısıyla kabine yasamaya değil, başkana karşı sorumludur; çünkü başkanın kişiliğinde varlık bulur. Başkanın yasama meclisini (veya meclislerini) feshetme yetkisi yoktur; buna karşılık yasama da başkanı düşüremez. Çünkü başkanı yasama değil, doğrudan halk seçmiştir. Hele bir de ABD’de olduğu gibi parti disiplini mevcut değilse, yasama ve yürütme arasında gerçek bir erkler ayrılığı mevcuttur. Bu örnekte başkan istediği yasal düzenlemeleri yasamadan talep eder ama yasama meclisinde kendi partisi çoğunlukta olsa dahi, parti disiplini bulunmadığından, bunların yerine getirilmesi her zaman mümkün olmaz. Bu sebeple de başkanlık sisteminde, yürütmenin düzenleyebileceği mevzuat alanı, parlamenter sistemden çok daha geniştir. Kararnameler, tüzükler gibi düzenlemelerle başkan, kısmi de olsa yasama yetkisine sahiptir. Daha doğrusu bu düzenleyici işlemleri gerçekleştirerek, diğer sistemlerde yasama meclisinin yetkisinde olan alanın bir kısmını başkan doldurabilir. Keza uluslar arası sözleşmeleri, yasamanın (senatonun) onayını alarak başkan gerçekleştirir ki bu sözleşmeler, kanun gibi sonuç doğurur[4].



Dolayısıyla başkanlık sisteminde tüm toplumsal kesimlerin temsil edilebildiği organ olan yasama, yürütme üzerinde gerçek ve güçlü bir denetim imkânına sahip değildir. Böyle olunca da, toplumsal kesimlerin yürütme içinde temsil edildiğinden söz etmek mümkün olmamaktadır. Gerçekten de başkanlık sisteminde yasamanın yürütme üzerindeki en önemli denetim yolu, bizatihi kendi işlevinden gelmektedir: yasa yapma. Çünkü yürütme yani başkan, uygulamak istediği yasaların yapılması için yasamaya muhtaçtır ve yürütme üzerindeki denetim bu yolla -dolaylı olarak- gerçekleşmiş olur. Bununla birlikte, başkanın düzenleyici işlem yapma yetkisi gün geçtikçe genişlemektedir. Yani yasamaya bağlılığı gittikçe zayıflamaktadır. Diğer yandan sağlam demokratik geleneklerin uygulamaya yansıdığı ABD dışındaki ülkelerde başkanlık sistemi, zaman zaman yasama ve yürütme arasında kısır döngü yaratan çekişmelere sahne olmaktadır: Tabii eğer disiplinli parti sistemi yoksa veya konjonktür, başkanın hakim olamayacağı bir parlamento yapısına sebebiyet vermişse. Güçlü demokratik gelenekleri bulunmayan ülkelerde, yasama ve yürütme arasında ortaya çıkabilecek çatışma veya çekişme, rejimin sertleşmesine, erklerden birisinin, diğerini hukuk dışı yollardan düşürmesine sebep olabilmektedir. Bu da demokrasi adına istenmeyen sonuçlar doğurmaktadır[5].



Böyle olunca başkanlık sisteminde, yetki alanı gittikçe genişleyen yürütmenin, toplumsal sınıf ve katmanları gerçek anlamda temsil ettiğini söylemek mümkün değildir. Üstelik gitgide yürütme daha da güçlenmekte ve yasamanın denetiminden daha kolay kurtulmaktadır. Örneğin ABD’de dönemin[6] savunma bakanı Rumsfeld’in hazırladığı CONPLAN 8022, küresel seviyede ani nükleer güç kullanma emrini muhtevidir ve yasamanın onayından geçmiş değildir[7]. Keza 11 Eylül’ü izleyen atmosferde çıkartılan Yurtsever Yasası ve Yurt Güvenlik Yasası ile ABD ordusu tarihinde ilk kez (talep üzerine de olsa) iç asayiş sorunlarını çözümlemek üzere yetkilendirilmiştir[8]. Diğer yandan Bush-Cheney döneminde ileri sürülen “birleştirici yürütme[9]” kavramı, bir yandan yürütmeyi sadece başkanda somutlaştırırken, diğer yandan yasamanın önüne çıkarmakta, güçler ayrılığı ilkesini altüst etmektedir. Bir başka örnek ise 1994 Meksika “Tekila –ekonomik- Krizi” sırasında, Meksika’ya kredi açılması talebinin yasamaca reddedilmiş olmasına rağmen, Hazine Bakanlığının kanunu dolanarak, “Döviz İstikrar Fonu”nu kullanmak suretiyle bu krediyi açmasıdır. Yani kamusal fonlar yasamanın aksi yöndeki kararına rağmen, aynı amaç için yürütme tarafından kullanılmıştır[10]. Kısaca en iyi örnek ABD’de bile başkanlık sistemi, yürütmenin yasamayı geri planda bırakmaya başladığı bir aşamaya gelmiştir. Başkan gitgide güçlenmekte ve yasamanın denetim yolları gitgide –fiilen- daralmaktadır.



Oysa başkanı da halk seçmektedir ama sadece basit bir çoğunluk, başkanı seçmek için yeterli olmaktadır. Buna karşılık, parlamento seçimlerinde uygulanan nispi seçim sistemleri, gerçek bir temsil imkânı sağlamaya çok yakındır. Bu sistemde hele baraj uygulaması da yoksa, tüm sosyal sınıf ve katmanlar, parlamentoda az veya çok temsil edilmektedir. Böylece sistem, kaba bir çoğunluk rejimi olmaktan kurtulmakta, azınlıkların hakları da güvenceye alınmakta, her türlü sosyal talep, yasama organında dile getirilip uzlaşma zemininde söz sahibi olabilmektedir. Oysa başkan tek kişidir ve tabiatı gereği, en çok oy alan kişi başkan olacaktır. Yani seçilecek sadece bir kişi olduğundan ister istemez çoğunluk sistemine dayalı bir seçim yaşanacaktır. Oysa seçimlerde çoğunluk sistemi, demokratik talepleri karşılamaktan çok uzak olduğu için hemen tümden terk edilmiş ve nispi seçim sistemi uygulanmaya başlanmıştır. Ancak başkan için böyle bir imkân bulunmamaktadır. Unutulmamalıdır ki uluslar arası tekelci sermaye, küresel hegemonyasını yürütmek için ABD’nin siyasi ve askeri gücünü kullanmaktadır ve bu uygulamalar ABD halkının çıkarlarına yer yer ters düşmektedir. İşte bu sebeple, ABD halkını ve toplumsal kesimlerini temsil eden yasama organlarının gücü ve yetkisi daraltılarak, başkanın gücü ve yetkileri artırılmaya çalışılmaktadır. Çünkü bir kişiyi etkilemek ve yönlendirmek, yasama üyelerini etkilemekten çok daha kolaydır.



O halde bu açıklamalardan çıkan sonuç nedir? Gerçek bir temsili demokrasinin erdemi, tüm toplumsal sınıf ve katmanların kamusal organlarda temsil edilme imkânının bulunmasındadır. Toplumsal sınıfların temsil edilebileceği organ, ister istemez sadece yasamadır ve bu meclis nispi seçim sistemi ile teşekkül edeceği için, her sınıf ya da katmana temsil edilme imkânı tanımaktadır. Toplumsal sınıflar yürütme erkinde temsil edilmeseler dahi, yürütme, yasamanın sıkı bir denetimi altında ise demokrasi açısından sorun yok demektir. Azınlıkta kalan sosyal sınıf ve katmanlar hiç değilse muhalefette yer almakta ve bu suretle parlamentonun yürütme üzerindeki denetimini sağlayabilmektedir. Oysa başkanlık sisteminde yürütme yasamadan bağımsızdır ve doğrudan halk tarafından seçilmiş olması, azınlıkta kalan sosyal sınıf ve katmanların haklarını korumaya yetmemektedir. Çünkü sadece kaba bir çoğunluk dahi başkanı seçmeye yetmektedir ve dolayısıyla azınlıkta kalan sınıf ve katmanların yürütmede temsili mümkün olmamaktadır. Bunun üzerine, yürütmenin gittikçe güçlenmesi, yasamanın denetiminden daha da bağımsız hale gelmesi, daha geniş alanlarda düzenleyici işlemler yapabilmesi eklenirse, azınlık haklarının –fiili- güvencesini kaybettiği açıkça ortaya çıkacaktır. Oysa demokrasi sadece basit bir çoğunluk rejimi değildir.



Bu sebeple başkanlık, demokratik özlemlere en yetkin ve tatminkâr cevabı verebilecek bir sistem değildir. Belki de tek iyi örnek olan ABD’de dahi yürütmenin gittikçe güçlenmesi ve yasama denetiminden kaçmaya başlaması, sistemin sakıncalarını ortaya koymaktadır. Diğer örneklerin çoğunda ise erkler arasındaki anlaşmazlıklar, faşizan uygulamalara sebebiyet vermiş, hükümet darbelerine vesile olmuştur. Muhalefetin haklarının güvence altına alındığı, gerçekten çoğulcu bir parlamenter rejimin demokratik alternatifi yoktur.

Av. M. İhsan DARENDE

















--------------------------------------------------------------------------------

[1] Devrim dönemlerinde çoğunlukla “güçler birliği” ilkesi uygulanır ve tüm erk ve yetkiler mecliste toplanır.

[2] Ülkemizde yaşanan askeri darbelerin sebeplerinden birisi de, siyasetçilerin uzlaşma konusunda gösterdikleri olumsuz yaklaşımlardır. Bilhassa 27 Mayıs dönemi öncesi siyasetçi yaklaşımları hususunda bakınız Şevket Süreyya Aydemir, Menderes’in Dramı.

[3] Daha doğrusu, bu küçük grupların, en yakın siyasi parti ve program tarafından dolayısıyla temsiline imkân tanınmıştır.

[4] Başkanlık sisteminde yargı, yasama ve yürütmeyi denetleyen üçüncü erktir. Bu yönden parlamenter sistemle aralarında fazla bir fark yoktur.

[5] Latin Amerika ülkelerinin hemen tümünde başkanlık sistemi uygulanmaktadır ve bunların neredeyse tamamı, sürekli askeri darbeler döngüsü içinde yaşamaktadır.

[6] Haziran 2004

[7] F. Willam Engdahl, Küresel Tam Hâkimiyet, sayfa: 218

[8] Bu yasalara dayalı olarak hazırlanan Pentagon planı uyarınca, Eylül 2011 itibariyle üç hızlı müdahale gücünün, ülke içi acil durumlar için hazır olması gerekiyordu.

[9] Tüm yürütme yetkilerinin hiç istinasız başkanın elinde toplanması (W. Engdahl age sayfa: 220)

[10] Ayrıntılı bilgi için bkz. Paul Krugman, Bunalım Ekonomisinin Geri Dönüşü ve Küresel Kriz.
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Başkanlık Sistemi Üzerine Düşünceler" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı M. İhsan Darende'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (http://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
27-04-2010 - 15:56
(5144 gün önce)
Makaleyi Düzeltin
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 3 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 3 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
3723
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 17 saat 9 dakika 28 saniye önce.
* Ortalama Günde 0,72 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 19100, Kelime Sayısı : 2448, Boyut : 18,65 Kb.
* 2 kez indirildi.
* Henüz yazarla iletişime geçen okuyucu yok.
* Makale No : 1194
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,04454088 saniyede 13 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.