Ana Sayfa
Kavram Arama : THS Google   |   Forum İçi Arama  

Üye İsmi
Şifre

Aktif Makale Anayasacılık Hareketleri

Yazan : Reşit Karaaslan [Yazarla İletişim]

Yazarın Notu
Marmara Üniversitesi Kamu Hukuku Yükseklisans programın çerçevesinde hazırlanmıştır.
Sitemizin Yorumu
Türk Hukuk Sitesi, site ilkelerimiz gereğince siyasi konulara kapalıdır ve THS siyasete ve bu bilim dalına karşı mesafelidir. Türk Hukuk Sitesi siyasetle bağlantılı konuların sadece bilimsel hukuki yorumları ile ilgilidir. Kütüphanemize Sayın Reşit Karaaslan tarafından gönderilen bu bilimsel inceleme, bilimsel notasyonlara uygun olarak, dipnotlu, referanslı, özenli hazırlandığından, bir Yüksek Lisans çalışması olduğundan ve konunun Kamu Hukuku ve Anayasa Hukuku gözüyle incelemesine hasredildiğinden, sitemiz içinde yayınlanmıştır. Çalışmada ulaşılan sonuçlar ve ifade edilen görüşler yazarın kendi görüşleri olup, Türk Hukuk Sitesini bağlamaz. Türk Hukuk Sitesi işbu çalışmayı yayınlamakla çalışmadaki görüşleri onayladığını ya da onaylamadığını göstermemekte, site ilkeleri gereğince siyasete karşı olan mesafeli duruşunu muhafaza ettiğinin önemle tekrar altını çizmektedir.

I) ANAYASA

Terim olarak anayasa “dar anlamda” ve “geniş anlamda” olmak üzere, iki farklı düzlemde kullanılabilmektedir. Dar anlamda anayasa ile kastedilen, “resmi bir belge olarak anayasa metninin” kendisidir; ve bu anlatım, aynı zamanda, “şekli anlamda anayasa” olarak da algılanmalıdır. Şekli anlamda anayasa; “belli bir ülkede, özel bir yöntemle yürürlüğe konmuş olan ve anayasal düzenin esaslarını, sistematik bir biçimde bir araya getiren anayasa adlı resmi hukuki belge”yi ifade eder. Geniş anlamda anayasa denildiğinde ise anlaşılması gereken, “şekli anlamdaki anayasanın dışında, yazılı olan ve olmayan, bütün anayasal kurallar”dır. Burada, anılan kuralların, hangi hukuki belgede yer aldığına bakılmamakta ve sadece maddi nitelikleri göz önünde bulundurulmaktadır. Sonuçta, maddi anlamda anayasa, “biçimsel konumu ne olursa olsun, devletin temel düzenini ve devlet vatandaş ilişkisinin ilkelerini belirleyen yazılı ve yazılı olmayan kuralların bütünü” olarak ifade edilebilmektedir. Belirtilmelidir ki, şekli anayasada yer almayan bazı haklar ve özgürlükler ile ilgili düzenlemeler de (örnek olsun, anayasallık denetimiyle ilgili mevzuat, seçim hukuku ve parlamento hukuku), maddi anlamda anayasaya dahildir. “Anayasal” kavramı da, anayasa olmamakla birlikte, “anayasa ile ilgili olan metinleri” kimlemek için kullanılmaktadır[1].
Anayasaların[2] temelde, iki kolonlu bir yapı üzerinde yükseldikleri; bir kolonun, devletin temel yapısı, örgütlenişi ve işleyişi ile ilgili olduğu; öteki kolonun ise, haklar ve özgürlükleri kapsadığı gözlemlenmektedir. Yani, anayasalar, bir yandan, haklar ve özgürlükleri belirlemekte, tanımlamakta ve benimsemekte iken; öte yandan, devletin işleyişinin ana prensiplerinin altını çizmekte ve devlet organlarının birbirleriyle olan ilişkilerini kurala bağlamaktadırlar. Anayasaların, bir yandan devletin işleyişini belirli kurallara bağlaması, öte yandan, bireylerin haklarını ve özgürlüklerini dillendirmesi, toplumsal hayatın, hukuki bir düzen içinde işlemesinin bir ön koşuludur. Çünkü, anılan durumun sonucu olarak, hem kamusal otoritenin, hem de bireyin, serbestçe davranabileceği alanların sınırları, anayasal düzlemde belirlenmiş olmakta ve en azından teorik olarak, her iki tarafın da (Devlet ve birey) birbirlerinin yetki sahasına tecavüz etmelerinin önüne geçilmesi amaçlanmaktadır. Böylece, haklar ve özgürlüklerin, üstün bir güvenceye (hem, düzenlemelerin önceden bilinebilir olması; hem de, anayasanın üstünlüğü ilkesi açısından) kavuşturulması da gerçekleştirilmiş olmaktadır. Haklar ve özgürlüklerin anayasalarda açıkça dillendirilmesi/belirlenmesi, anayasaların, zaten temel işlevini/amacını da (anayasaların temel amacı; devleti sınırlayan ilkeler koymak, devleti ilke ve kurallarla bağlamaktır[3]) pratiğe yansıtabilmekte olumlu sonuçlar doğuracaktır.
Bir Anayasanın temel amacının iktidarın işleyişini düzene koymak, keyfi hareketlerini önlemek, yönetilenlerin haklarını korumak ve bireysel özgürlüklere anayasal güvenceler sağlamak olduğu hatırlandığında; varış noktası, “sınırlı devlet” tir. Devletin sınırlandırıldığı, hareket sahasının daraltıldığı ölçüde de, haklar ve özgürlüklerin kullanım alanının genişleyebileceği, hemen söylenebilecek olan bir gerçeği işaret etmektedir. Nitekim, “modern anayasacılık”, başlangıcından itibaren, sınırlı devlet düşüncesiyle bir arada gitmiştir. Anayasacılığın asli özelliği, keyfi yönetimin tersine, siyasal yönetimi hukuki bir biçimde sınırlamaktır. Anayasa yapmanın amacı, devleti sınırlamak ve yönetenlerin hukuka ve kurallara uymasını temin etmektir. Bu nedenle anayasacılık, daha somut olarak, devletin temel işlevlerinin farklı organ veya makamlar arasında paylaştırılmasını, temel hakların anayasal olarak tanınıp güvence altına alınmasını, devlet iktidarının belli hukuk kurallarına bağlanmasını ve bütün bu hususların nihai güvencesi olarak bağımsız mahkemelerin tesisini gerektirmektedir. Bu nedenle, anayasacılık veya anayasal devlet ile hukuki bir belge olarak anayasaya sahip olmak, birbirinden farklı şeylerdir. Anayasası olan her devlet, anayasal devlet değildir. Anayasal devlet, anayasanın, bireylerin dokunulmaz alanlarını korumak üzere, siyasal yönetim üzerinde etkin bir sınır olarak işlev gördüğü devlettir. Anayasanın bu işlevi görmediği yerde, yani, anayasanın, sadece devletin teşkilat yapısını gösterdiği, ama onu sınırlamadığı bir ülkede, anayasallıktan söz edilemez. Vurgulanması gereken bir başka konu da, anayasacılığın ilkeleri veya kurumsal gereklerinin; anayasanın üstünlüğü, hukuk devleti, insan hakları, kuvvetler ayrılığı, federalizm ve demokrasi olduğudur. Anayasanın üstünlüğü, kısaca, siyasal sürecin işleyişinde, bütün ilgili aktörlerin anayasal ilke ve normlara uygun davranmalarının temini anlamına gelir. Anayasanın üstünlüğünü sağlamanın en uygun yolu, yazılı bir anayasanın varlığı ve bunun anayasacılığın gereklerine uygun olmasıdır. Hukuk devleti, devletin bütün eylem ve işlemlerinde evrensel hukuk ilkelerine ve önceden belirlenmiş hukuk kurallarına uyması anlamına gelir. Hukuk devleti, keyfi yönetimin karşıtıdır ve meşruluğunu kendi varlığından alan değil, aksine, hukuk sayesinde var olan, meşruluğunu hukuktan alan devlet demektir. Hukuk devletinde, hiçbir resmi makam, kendisine, anayasal ve yasal olarak tanınmış olmayan herhangi bir yetkiye sahip sayılmaz; yetkiler anayasadan ve ona uygun yasal düzenlemelerden kaynaklanır. Bu nedenle hukuk devleti ilkesi, bireyler lehine bir anayasal güvencedir. Üçüncü ilke, insan haklarıdır. İnsan haklarının güvence altına alınması, anayasacılığın temel direklerinden biridir. Anayasal devletin en özlü tanımı, insan haklarına dayanan devlettir. Devlet iktidarının ve onun kötüye kullanılmasının önündeki en büyük engel, insan haklarının anayasal olarak tanınması ve güvence altına alınmasıdır. Bu bakımdan insan hakları, siyasal bir taleptir ve özünde devlete yöneliktir. İnsan hakları, anayasacılık düşüncesini kuran düşünürlerin temel idealleri olan siyasi özgürlüğün teminatıdır. Anayasalarda yer aldığı şekliyle temel haklar, kısaca, bireysel kendi- kaderini belirleme idealinin, siyasal alana yansıyan güvencesidir. İnsan hakları, bireylere, her türlü baskıdan (siyasal olanı başta olmak üzere) korunmuş olarak, kendilerini geçekleştirebilecekleri dokunulmaz bir alan sağlar. Hem onların başkalarıyla gönüllü etkinlikte bulunma potansiyellerini güvence altına alır; hem de devlet yönetimine katılabilmelerine zemin hazırlar. Kuvvetler ayrılığı ise, devletin devasa gücünün bir elde toplanmasına engel olur. Federalizmin, anayasacılık düşüncesinin hedeflerinden biri olduğu bugün unutulmuş gibidir. Bunda, Batı’da modern devletin, çok kere, merkezi devlet aracılığıyla ulus yaratma politikasının sonucunda ortaya çıkmış olmasının büyük rolü vardır. Bir anayasacılık ideali olan federalizmden bugün anlaşılması gereken, üniter devletlerin mutlaka federasyona dönüştürülmeleri olmayıp, ilkesel bir yöneliştir. Yani, ideal olan, siyasal ve idari bakımdan merkeziyetçiliği gitgide azaltmak ve ademi merkeziyetçi örgütlenmelere gitmektir. Demokrasi ise, doğrudan doğruya anayasacılığın bir ilkesi olarak ortaya çıkmamıştır. Çünkü anayasacılık, esas itibariyle, liberal siyasal doktrinin bir sonucudur. Esasen demokrasi, iktidarın sınırlanmasıyla değil, kaynağı ile ilgilidir. Fakat, anayasacılık, gücün kötüye kullanımına ve gereksiz güç kullanımına karşı, bireyler için koruyucu mekanizmaların getirilmesini öngördüğü kadar, siyasi kararları alanlar üzerinde halkın denetimini sağlamayı da amaçlar. Bu nokta, anayasacılığın demokrasi boyutu ile ilgilidir. Yurttaşların, siyasal toplumun kaderi ile ilgili temel kararları kimlerin alacağını, bu kararların hangi ilkeleri gözeteceğini belirlemeleri, bu karar alıcıları yönlendirebilmeleri ve değiştirebilmeleri, aynı zamanda devlet gücünü keyfi ve kontrolsüz olmaktan çıkaracak bir husustur[4].
Anayasa teriminin bugün başlıca üç anlamı vardır. İlk olarak anayasa bir ülkede ki üstün hukuk gücünü sahip olan bir metni ifade eder. İkinci anlamda anayasa bir ülkede belli bir andaki fiili devlet sistemini, yani yaşayan anayasayı ifade eder. Bu en geniş anlamda anayasa resmi anayasasanın yanında bir tamamlayıcı mevzuatı, teamülleri ve yargı kararlarını olduğu kadar devlet sistemini şekillendiren siyasi, iktisadi, ahlaki ve kültürel etkenleri de kapsar. Anayasa’nın üçüncü anlamı “anayasacılık” ve “anayasal devlet” felsefesini, kısaca devletin sınırlanması düşüncesini ifade eder[5].
Türkçede kullandığımız “anayasa” kelimesi artık yerleşmiş olmakla beraber, bu kelime ifade edilmek istenen kavramı tam olarak karşılamamaktadır. Nitekim Frenkler, anayasa karşılığı olarak “constitution”, bu hukuk dalı için de “Droit Constitutionnel” kullanıyorlar ve anılan disiplin yasa (kanun) sözcüğünü içermiyor. Bu bakımdan, kanaatimce eskiden kullanıldığı gibi “Esas Teşkilat Hukuku” daha isabetli idi[6].
Bugünkü anlamda “anayasa” sanıldığı kadar eski bir kavram değil. Gerçi Eski Yunan Devletleri’nin ya da daha yakın çağlarda ki krallıkların temel devlet yapılarından söz ederken de “anayasa” kelimesinin karşılığı kullanılmış ama bir arada yaşamaya niyetli insanların bu birlikte yaşayışı düzenleyen temel kurumları yazılı olarak görmelerine yaracak bir belge anlayışı oldukça yeni, devletin temeli sayılabilecek bir yazılı kurallar bütünü meydana getirmek ve böylece yöneticilerin keyfi davranışlarını önlemek düşüncesi, daha çok 18. yüzyılın ikinci yarısında Batı Avrupa’daki salt yetkili hükümdarlara karşı mücadelelerden doğuyor ve 1789 Fransız Devrimi ile güç kazanıyor[7].




II) ANAYASACILIK HAREKETLERİ
a) Dünya’da Anayasacılık Hareketleri
Anayasacılık kavramı 1700’lerin sonlarında ortaya çıkmıştır. Yeryüzünün ilk Anayasası, 1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasasıdır. İkinci Anayasa 1791 Fransız Anayasasıdır. Onları sırasıyla şu anayasalar izlemektedir: 1809 İsveç Anayasası, 1812 İspanyol Anayasası, 1814 Norveç Anayasası, 1831 Belçika Anayasası, 1848 İsviçre Anayasası, 1848 İtalyan Anayasası (statuto Al-bertino), 1848-1850 Prusya Anayasası, 1849 Danimarka Anayasası, 1849 Lüksemburg Anayasası, 1864 Yunan Anayasası, 1866 Romanya Anayasası, 1876 Osmanlı Anayasası, 1887 Hollanda Anayasası ve 1889 Japon Anayasası[8], Arjantin Anayasası (1860), Brezilya Anayasası (1891)[9].
Acaba 1700’lerin sonlarından önce devletlerin temel kuruluşlarına ilişkin yazılı hukuk kuralları yok muydu? Şüphesiz ki vardı. Bu konuda birçok ülkede birçok kanun, ferman vs. vardı. Peki bunlar niçin bir Anayasa olarak kabul edilmemektedir? Çünkü, bunlar, normlar hiyerarşisinde kanunların üstünde yer almıyor ve değiştirilmeleri için kanunlardan daha zor bir usûl gerekmiyordu. Normal kanunların üstünde yer alan ve onlardan daha zor bir usûlle değiştirilebilen kanunlar yapma düşüncesi insanlık tarihinde ancak 1700’lerin sonlarında ortaya çıkmıştır. İşte, normlar hiyerarşisinde kanunların üstünde bulunan ve kanunlardan daha zor bir şekilde değiştirilebilen kanunların yapılması gerektiği düşüncesine anayasacılık düşüncesi denir.
Peki ama neden 1700’lerin sonunda kanunların üstünde yer alan ve alelade kanunlardan daha zor değiştirilebilen kanunların yapılmasına gerek duyulmuştur? Bunun nedeni, devlet iktidarının sınırlandırılması ve vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinin devlet karşısında güvence altına alınması isteğidir. Zira, devletin temel organlarının görev ve yetkileri anayasa tarafından düzenlenirse ve keza vatandaşların temel hak ve hürriyetleri anayasalarda sayılarsa, bu devletin sınırlandırıldığı ve vatandaşların temel hak ve hürriyetlerinin korunduğu anlamına gelir. Şöyle ki, böyle bir anayasanın kabul edilmesinden sonra, bir devlet yetkisini herhangi bir organ değil, anayasanın belirlediği organ kullanabilir. Keza bu organ da sadece Anayasanın kendisine verdiği yetkileri kullanabilir. Bu durumda kanun koyucu organ dahi sınırlandırılmış olur. Anayasanın hükümlerine, bu arada anayasada sayılmış olan temel hak ve hürriyetlere yasama organı kanunla dahi dokunamaz. Bu şekilde devlet iktidarı sınırlandırılmış ve vatandaşların temel hak ve hürriyetleri korunmuş olur. İşte anayasacılığın özü budur. Anayasacılığın ek bir sonucu da devletin temel kuruluşuna belli bir istikrarın kazandırılması olmuştur. Çünkü, anayasada sayılan kurallara kanunlar ile her zaman dokunulamayacağı için bu kurallar uzun süre yürürlükte kalmış olacaktır[10].
Ancak KABOĞLU’nun[11] düştüğü kayıtları biz de düşelim. Gerçekten de 18. Yüzyıl “anayasacılık hareketlerinin” başlangıç tarihi olarak kabul edilse bile iki temel yapıt bu hareketin izlerini daha önce ki tarihlere kadar götürmektedir. Birinci kayıt, anayasacılığın fikri yapısının 1780’lerden önce (1787 Amerika Birleşik Devletleri Anayasası) atıldığıdır. J. Locke’un “Sivil Hükümet Üzerine İki İnceleme[12]” (1690), ve Montesquieu’nun “Kanunların Ruhu” (1748) adlı yapıtları iki somut temel olarak belirtilebilir. İkinci kayıt ise şudur: Büyük Britanya’da anayasacılık kısmen de olsa önce ki yüzyıllardan başlayarak mevcut olmuştur. Maddi ve şekli anayasa ayrımını baz alırsak ve Büyük Britanya’da maddi anlamda anayasanın mevcut olduğu varsayılırsa; ABD, Fransa, Polonya ve diğerleri maddi anayasacılığı şeklen tamamlamış olmaktadırlar. Ne var ki modern Anayasa Hukuku, anayasacılık hareketi ile yazılı anayasalar arasında genellikle özdeşlik kurar[13].
Batı’da 18. yüzyılda “yazılı anayasa” düşüncesinin ortaya çıkması ve anayasa hareketleri içinde büyük bir ağırlık kazanmasının sosyal, giderek siyasal bir nedeni vardır. 18. yüzyıl Batı’da, Ortaçağ’ın sonlarından beri gelişmekte olan yeni bir sınıfın, yani “burjuvazi”nin, toplumda en üstün güç haline geldikten sonra mutlak kuralların keyfi davranışlarını önlemek, hak ve özgürlüklerini onlara karşı güvence altına almak için keskin bir mücadeleye giriştiği bir yüzyıldır. Yazılı anayasa işte bütün bunları sağlayacak en etkili önlem ve çarelerden biri olarak görülüyordu. Böylece “yazılı anayasa amacına dönük anayasa hareketlerinin, Batı’da açıkça “sınıfsal” bir temeli vardır. Bunlar aynı zamanda ilerici bir nitelik taşır, çünkü güçlenen burjuvazi iktidara katılma mücadelesine başladığı zaman, bunu yalnızca kendi adına yapmıyor, destek olarak halk kitlelerini de arkasından sürüklüyordu[14].
Bu çok önemli döneme “liberal anayasacılık”ta denilmektedir. Nitekim Fransız Devrimi’nin önceliği yazılı bir anayasa oldu. Fransız Devrimi, monarşinin, temel yasalar adı verilen, geleneksel anayasasından vazgeçip, monarşi yönetiminin uymak zorunda olduğu yazılı, açık ve istikrarlı hukuki ilkeler içeren bir anayasa hazırlayarak yürürlüğe koydu (1791 Anayasası). 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi, 16. maddesinde anayasanın tanımını belirtmektaydi. Buna göre: “hakların güvence altına alınmadığı, kuvvetler ayrılığının belirlenmediği bir toplumda anayasa yoktur”[15]

Anayasacılık Marksist rejimlerde de görülen ve hatta sanılandan çok daha fazla görülen bir olaydır. Örneğin Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği bütün ömrü boyunca 4 kere anayasa yapmıştır. Çin Halk Cumhuriyeti’nde de 1950’den bu yana 3 kere en baştan anayasa yapılnıştır[16].
Ne var ki Batı demokrasilerinde olduğundan çok daha farklı bir anayasacılık görmekteyiz ve doğal daha farklı bir anayasacılık hareketi. Bu farkın nedeni ise “marksizmin demokrasi anlayışı”dır. Gerçekten demokrasiyi, soyut bir kavram olarak değil de, toplum yapısında somut değişiklikler yoluyla adım adım gerçekleştirilecek, sürekli bir oluş olaral alan Marksizm, birayin korunmasını “devlete karşı” düşünmez. Marksist demokrasi de önemli olan bir takım özgürlüklerin soyut bir sıralamayla ilan edilmesi ve yagısal yollarla korunması değil, toplumda ki yapısal değişiklikler yoluyla yaratılması ve gitgide daha iyi dağılan bir üratim sayesinde oluşturulmasıdır. Batı demokrasinde var olan “özgürlük” kavramı Marksist demokraside “özgürleştirme” olarak karşımıza çıkar. Bunu gerçekleştirecek olan ise emekçi sınıflar ve özellikle işçi sınıfıdır. İşte bundan dolayı Marksist demokrasi iktidar yollarını öteki sınıflara kapalı tutar[17].
Sosyalist anayasaların değişim sürecini dörde ayırarak inceleyebiliriz:
1. SSCB’nin kendi içindeki evrimini de anlatan ilk dönem yani II. Dünya Savaşı’na kadar olan dönem
2. SSCB’nin Çin ile ayrılan yolları ve aynı zamanda Yugoslavya, Macaristan ve Çekoslavakya gibi deneyimlerin yaşandığı ikinci dönem yani II. Dünya Savaşı’ndan 1980’lere kadar olan dönem
3. sosyalist temellerin sorgulandığı ve sosyalist olmayan anayasaların yapıldığı dönem yani 1980’ler
4. Günümüz sosyalist rejimlerin devam ettiği ülkeler olan Çin, Kuzey Kore, Vietnam, Küba ve Sri Lanka’nın anayasacılık deneyimlerinden oluşan dönem yani 2000’ler[18].

20. yüzyıl anayasacılığı ise ulusal anayasacılıktan ulusalüstü[19] anayasacılığa doğru ilerlemiştir.
Avrupa ve Amerika hak ve özgürlükler aracılığıyla ulusüstü hareketin öncüsü oldular.
1949’da kurulan Avrupa Konseyi nezdinde hazırlanan İnsan Hakları Avrupa Sözleşmesi’nin 1953’te yürürlüğe girişinden sonra, 1959’da kurulan İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi; 2005 yılında 46 üyesiyle dünyanın en büyük insan hakları mahkemesidir. Böylece, dolaylı bir ulusüstü anayasa mekanizması olmuştur.
1948’de Bogota’da kabul edilen Şart ile kurulan Amerika Devletleri Örgütü, 1969’da insan haklarına ilişkin Amerikan Sözleşmesini kabul etti. 1978’de yürülüğe giren Sözleşme ile İnsan Hakları Komisyonu ve İnsan Hakları Mahkemesi kuruldu.
Afrika Birliği Örgütü tarafından 1981’de hazırlanan İnsan Hakları ve Halklar Hakları Afrika Şartı, 1986’da yürülüğe girdi.2004’te ise İnsan Hakları ve Halklar Hakları Afrika Mahkemesi’nin kuruluşu için yeterli sayıda devletin onayı sağlandı.
Bütün bunlar dışında insan haklarının uluslararasılaşması beraberinde ulusalüstü gelişmeleri de beraberinde getirmektedir. Buna örnek olarak Venedik Komisyonu[20] verilebilir. Venedik Komisyonu olarak da anılan Hukuk Yoluyla Demokrasi Komisyonu, Sosyalist rejim sonrası Orta ve Doğu Avrupa devletleri tarafından yeni anayasaların yapımı üzerinde referans kaynağı olmuştur.
Siyasal açıdan ulusüstü anayasacılığın ulaştığı en üst nokta ise onay aşamasında buklunan ancak Fransa ve Hollanda’nın reddi ile yürülüğe giriş tarihi kasım 2006’dan sonrasına itelenen Avrupa Birliği Anayasa Antlaşması’ (Avrupa Anayası) dır.
b) Türkiye’de Anayasacılık Hareketleri
Batıdaki anayasacılık hareketleri toplumların temel yapılarında ki bir değişikliğin sonucu olarak göründüğü daha belirli deyimle burjuvazinin devlet yönetimine sahip çıkma çabasıyla ilişkili bulunduğu halde Osmanlı İmparatorlu’nda 19. yüzyıl boyunca beliren hareketlerdeki sınıfsal nitelik böylesine kesin çizgilerle ortaya çıkmıyor. Başlangıçtaki Sened-i İttifak[21], Gülhane Hatt-ı Hümayunu, ıslahat fermanları[22] ve onların arkasından gelen 1. Meşrutiyet (Kanun-i Esasi)[23] daha çok devlet memurluğundan yetişme bir avuç insanın çökmekte olan devleti kurtarmak için düşünebildikleri ve genellikle batıdan aktardıkları çarelerden ibaret. Bunları tam anlamıyla “burjuva reformu” saymak kolay değilçünkü arkalarında devlet idaresini ele geçirmek iateyen bir “ulusal” burjuva sınıfı yoktu. Çoğunlukla yüksek devlet memurluğundan gelme kişilerce başlatılan atılımların en büyük destekçisi sanayi ürünlerine Pazar arama çabasına girişmiş olan Avrupa burjuvazisi veya onun yerli uzantısı vardı[24].
Dünya Savaşı ile birlikte başlayan Milli Demokratik Kurtuluş ve Mücadele dönemi anayasacılık bakımından da yapyani bir aşamanın başlangıcı sayılmalıdır. Artık hükümdarlı ve parlamentolu bir meşruti sistem yerine doğrudan doğruya meclis üstünlüğüne dayanan bir ihtilal yönetimi söz konusudur. İhtilalci yönetimi benimseyen sistemin ilk anayasası da 1921 Anayasası (20 Ocak 1921 tarihli Teşkilat-ı Esasiye Kanunu) oldu[25].
Bundan sonra ise cumhuriyetin ilanı ve arkasından, meclis hükümeti sistemi ile parlamenter sistemi bir araya getirme çabasında olan 20 Nisan 1924 Anayasasının ilanı geliyor[26]. 1924 Anayasasının özelliği, hem tek partili hem de çok partili dönemde uygulanabilmiş olmasıdır. Bu anayasanın bazı bakımlardan geçirdiği değişiklikler rejimin geçirdiği değişikliklerin önemi yanında çok az kalıyor.Bundan sonra da çok partili demokrasi denemesinin iflası ve 27 Mayıs Devimi.
Avrupa’daki anayasacılık hareketlerinin bilinen özelliklerini 1961 Anayasasının yapılışıyla ilgili çalışmalarda görmekteyiz. Bu anayasa 27 Mayıs’ın ürünü ama 27 Mayıs ise basit bir anayasa çerçevesinde yürütülen klasik demokrasi denemesinin ve çok partili hayatın iflasının ürünüdür. Artık bütün umutlar yapılacak yeni anayasaya kalmıştır.Toplumca yeni bir demokrasi denemesine geçilecekti.19. yüzyıl anayasacılarının kurumlar ve kurullar yoluyla bir çeşit “sosyal pakt” ya da “toplum sözleşmesi” ortaya kaoymaya çalışmaları gibi 1961 Türkiyesinde de girişilecek olan yeni demokrasinin kurallarını önceden ayrıntılı bir şekilde belirtmek kurumlarını sağlamca kurmak ve denemeye ancak ondan sonra başlamak yolu tercih edilecektir.
Aslında, Türkiye’nin gerçekten bir anayasa değişikliği geçirmesi gerekiyor idiyse, fikrimce bunun için en uygun zaman herhalde 1945’te[27] çok partili hayata girişte olabilirdi. Böyle bir değişiklikten geçilmemiş olması, 1945’ten sonra ki bütün çok partili dönem boyunca, çeşitli çevrelerdeki başlıca tartışma konusunun kurumlarla ve kurallarla ilgili anayasa sorunları olmasına yol açmıştır[28].
Türk Anayasacılık Hareketlerinin en sonuncusu ise 12 Eylül 1980 Askeri Darbesi ile başlayan sürecin çocuğu olan 1982 Anayasası’dır.
1982 Anayasası, liberal batı demokrasisi anayasalarını doğuran sosyal ve siyasal dinamiklerden farklı bir varlık nedenine dayanmaktadır. Batı liberal anayasacılığının özü siyasal iktidarın sınırlandırılmasıdır.Yükselen burjuva-demokratik devrimleri, feodal monarşilerin ve bunların payandası olan sosyal sınıfların keyfi ve dizginsiz yönetim usullerine, hak bildirileri ve anayasalarla karşı çıkmışlardır. Bizde de Meşrutiyet anayasacılığı ile 1961 Anayasası asıl varlık nedenlerini bu noktadan yani monarşinin sınırlandırılmasında (1876, 1909), özgürlük ve demokarsinin kurmsallaştırılmasında (1909, 1961) bulmaktaydılar[29].
İlk defa açık olarak 1980 müdahalesiyledir ki, yeni bir anayasasanın yapılması fikrinin esas dürtüsü, özgürlüğün ve demokrasinin korunması ve pekiştitrilmesi değil, otoritenin ve devletin güçlendirilmesi şeklinde belirmektedir. En başta resmi kaynak ve belgeler bunu açıkça ortaya koymaktaytadır. Evren, 12 Eylül 1980 müdahalesini açıklayan ilk konuşmasında[30] hukuk devleti kavramının yalnız kişilerin müdafaasına kuvvetler ayrılığı ilkesinin de kuvvetler çatışmasına dönüştüğünü ileri sürerek tam bir ototrite boşluğundn bahsediyor ve anayasal kuruluşları suçluyordu. Aynı yönde Kurucu Meclis Hakkında Kanun’da sa yeni anayasanın sahip olması gereken felsefe açıklanırken, devletin ve milletin bütünlüğü, milli dayanışma, toplumun huzuru gibi kavramlara ilk başta yer verilmiştir[31].





[1] ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Devlet, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1. Baskı, s. 41

[2] GÖZÜBÜYÜK, A. Şeref, Anayasa Hukuku, Turhan Kitapevi, Ankara, 1994, 4. Baskı, s. 2

[3] Devlet iktidarının kurallarla sınırlanması ve böylelikle siyasal alanda keyfiliğin önlenmesi düşüncesi, modern bir düşüncedir. Bu nedenle anayasa kavramı da, modern çağın ürünüdür. Anayasa kavramı, Avrupa’da mutlakiyetçiliğin gerilemesi ile birlikte, devlet gücünün denetlenmesi için, yararlanılabilecek teknikleri ifade etme arayışının sonucunda doğdu. İlk defa Amerikalılar, 1787 Anayasasını hazırlayan dönemde bu teknikleri anayasa olarak adlandırdılar. Fransızlar da, anayasadan, esas itibariyle, kralın iktidarını sınırlayan bir belgeyi anlıyorlardı. Başka bir yönüyle anayasa yapmak, siyasi iktidarı, hukuk çerçevesine almak, yönetenleri hukukla bağlamak demektir. Anayasal devlet; devletin, “hukukla bağlı bir devlet olarak”, “hukuk devleti” olarak kurulması gereğini ifade eder. Bununla birlikte, yirminci yüzyılda, anayasa kavramıyla ilgili bu temel düşünce göz ardı edilmeye ve anlam kaymasıyla birlikte, terim, 1920’lerden itibaren, bütün dünyada yaygınlaşmaya başladı. Artık anayasa, yalnızca devlet iktidarını sınırlayıp, bireysel özgürlükleri güvence altına alan hukuki bir çerçeve olarak değil, ayrıca, devletin örgüt yapısını gösteren herhangi bir resmi belge olarak da anlaşılır oldu. Bu konuda bkz., ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 5. Baskı, Ocak, 2003, s. 12-13

[4] ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Devlet, Siyasal Kitabevi, Ankara, 1. Baskı, s. 20-24

[5] ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 5. Baskı, Ocak, 2003, s. 3

[6] Aynı yönde bkz. BAŞGİL, Ali Fuat, Esas Teşkilat Hukuku, Türkiye Siyasi Rejimi ve Anayasa Prensipleri, Cilt 1, Baha Matbaası, İstanbul, 1960, s. 4; TEZİÇ, Erdoğan, Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul, 2001, 7. Baskı, s. 3; ERDOĞAN, Mustafa, Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara, 5. Baskı, Ocak, 2003, s. 3

[7] SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, Mayıs 1974, s. 11-12

[8] GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 2004, s.14

[9] GİRİTLİ/SARMAŞIK; Anayasa Hukuku, Beta, İstanbul, 4. Baskı, 2001, s.4

[10]GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 2004, s.15-17

[11] KABOĞLU, İbrahim Ö., Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005, s.2

[12]1690 yılında yayınlanan Hükümet Üzerine İki İnceleme adlı eserinin birinci cildinde Locke 1680 yılında Robert Filmer tarafından yayımlanan "Patriarcha"daki monarşi savunusuna karşı eleştirilerini dile getirirken eserin ikinci cildinde siyaset felsefesi ile ilgili kendi görüşlerini dile getirmiştir. Birinci cilt siyasal egemenlik hakkının Tanrı'nın pozitif bahşi ile monarşik yönetime verildiği konusunun sadece görünürde bir meşruluk temeli sağlayabileceğini ispat etmiştir. Locke bu ispat ile farazî olan bütün hukukî egemenlik ilişkilerini kökünden yıkmış ve meşruluk konusunun yeni bir izaha ihtiyacı olduğunu ortaya koymuştur. Ayrıca bu eserinde "mülkiyetin daha iyi tarif edildiği başka bir eser görmedim" diyerek kendi eserinin önemini vurgulamaya çalışmıştır. Locke özgür insanı ve tabî hâli sivil halde de devam ettiren bir toplumu arzulamaktaydı. Kanuni düzenlemeler, güçler ve kanunlar sadece bu amaca hizmet etmekteydiler. İlahî tabiat kanunu insanın kendisinden de feragat etmeyi yasaklamaktadır. Bu kanun insan cinsinin olduğu gibi, insanın kendi şahsının da muhafazasını emreder ve bunun için de bireysel özgürlüğü şart koşar. İnsan böylece, Tanrı'ya karşı olan vazifesinde bir üçüncünün hukukunu keşfettiği ve bunu siyasal toplumda yerleştirdiği sivil bir hayata adım atar. ACAROĞLU, Türker, En Ünlü Dünya Yazarları, Kaya Yayınları, İstanbul, 1988, s. 259

[13] Maddî Anlamda Anayasa.- “Maddî anlamda anayasa (constitution au sens matériel)” , devletin temel organlarının kuruluşunu ve işleyişini belirleyen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına o kuralın içeriğine, neyi düzenlediğine bakılarak karar verilir. Bir kural, içerik itibarıyla devletin temel organlarının kuruluşuyla veya işleyişiyle ilgili ise, o kural anayasal niteliktedir.
Şeklî Anlamda Anayasa.- “Şeklî anlamda anayasa (constitution au sens formel)” ,normlar hiyerarşisinde en üst sırayı işgal eden, kanunlardan farklı ve daha zor bir usûlle konulup değiştirilebilen hukuk kurallarının bütünü olarak tanımlanmaktadır. Bu anlamda bir kuralın anayasa kuralı olup olmadığına, onun içeriğine bakılmaksızın, o kuralın bulunduğu yere ve yapılış veya değiştiriliş şekline bakılarak karar verilir. Eğer bu kural normlar hiyerarşisinde en üst basamakta yer alıyorsa ve kanunlardan daha zor bir usûlle değiştirilebiliyorsa o kural, içerik olarak neye ilişkin olursa olsun bir anayasa kuralıdır. Tanımlar için bkz. GÖZLER, Kemal, Anayasa Hukukuna Giriş, Bursa Ekin Kitabevi Yayınları, 2004, s. 5; TUNAYA, Tarık Zafer, Siyasal Kurumlar ve Anayasa Hukuku, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 4. Baskı, s. 116-117.

[14] TANİLLİ, Server, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, Adam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Şubat 2001, s. 120

[15] GİSBERT, Flanz, XVIII. Ve XIX. Yüzyıl Avrupası’nda Anayasa Hareketleri, ( çevirenler, Mardin, Şerif/ Erder,Nusret/ Sinanoğllu, A), Yayınevi yok, Ankara, 1956, s. 27

[16] Görüldüğü gibi sayılara anayasa değişiklikleri dahil değildir.

[17] TANİLLİ, Server, Devlet ve Demokrasi, Anayasa Hukukuna Giriş, Adam Yayınları, 1. Baskı, İstanbul, Şubat 2001, s. 121

[18] KABOĞLU, İbrahim Ö., Anayasa Hukuku Dersleri, Legal Yayınları, 2. Baskı, İstanbul, 2005, s. 6-9. Ayrıca bu ilk iki dönem hakkında çok detaylı bilgilerin yer aldığı, MONİGUE, Roland Weyl, Gerçekte ve Eylemde Hukukun Payı, Marksist ve Leninist Bir Yaklaşımla, (çeviren Şiar Yalçın), Konuk Yayınları, Ankara, Mart 1975, s. 181-223

[19] Ulusüstü denmesinin nedeni, bunun bir tür uluslararsı olması ama aynı zamanda uluslararsında olandan ayrık olarak devletlerin iradesinden bağımsız hareket etmesidir.

[20] www.venice.coe.int adresinden ulaşılabilir.

[21]Türk Anayasa Hukukuna özgü bir metnin adı olan Senedi İttifak, 17 Şaban 1223 (1808) tarihinde hazırlanmış ve imzalanmıştır. İki kelimeden oluşan bir tamlama olan “Senedi İttifak”ın birinci kelimesi; Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde birinci anlamıyla, “bir kimsenin, yapmaya veya ödemeye borçlu olduğu şeyi göstermek için imzaladığı resmi kağıt”; ikinci anlamıyla da, “dayanılan veya dayanılacak olan şey” şeklinde açımlanmaktadır. İkinci kelime olan “ittifak” ise; Türk Dil Kurumu’nun sözlüğünde “anlaşma, uyuşma, bağlaşma, oybirliği” şeklinde anlamlandırılmaktadır. Dolayısıyla, Senedi İttifak tamlaması, günümüz Türkçesine, “anlaşma metni” şeklinde uyarlanabilir. Osmanlı İmparatorluğu’nun yıkılmaya yüz tutan yapısının farkına varan devrin yöneticileri, devleti, yeniden eski gücüne kavuşturmak amacıyla önlem alma, yenilikler yapma peşine düşmüşlerdir. Alınacak önlemler ile İmparatorluğun tekrar kuvvetlendirilmesi, siyasi ve toplumsal birliğinin yeniden sağlanması amaçlanmış; anılan bu hedefin gerçekleştirilebilmesi için benimsenen/tutulan yol ise, “merkezi idarenin güçlendirilmesi” olmuştur. Yani, eğer güçlü bir merkezi idare teşkilatı oluşturulabilirse, İmparatorluğun, bozuk olan ve gittikçe dağılma belirtileri gösteren yapısının/bünyesinin, tekrar canlandırılabileceğine inanılmıştır. Dolayısıyla Senedi İttifak metni/belgesi, Osmanlı İmparatorluğu’nda ortaya çıkan “devlet ve toplum eksenli bozulmalara engel olma düşüncesi”yle, ve “merkezi iktidarı kuvvetlendirmek amacıyla ” hazırlanmıştır. Doktrinde, Senedi İttifak’ın niteliği konusunda şu görüşler ileri sürülmüştür: -Senedi İttifak, anayasa değildir ve fakat, anayasa hareketleri içinde önemli bir metindir, , ARMAĞAN Servet, Türk Esas Teşkilat Hukuku, I. Kitap, İÜHFY No:2584, İstanbul, 1979, sf:18; -Senedi İttifak, devlet iktidarının denetlenmesi çabasıdır, AKIN, İlhan F., Türk Devrim Tarihi, Fakülteler Matbaası, İstanbul, 1983, s. 16-17;


[22]“Tanzimat Fermanında tartışmasız bir şekilde devlet iktidarının sınırlandırılması olgusu vardır. Diğer yandan, Tanzimat Fermanı Osmanlı tebaasına birtakım temel hak ve özgürlükler de tanımaktadır. Bu itibarla Tanzimat Fermanı, tam bir anayasacılık hareketi olarak görülebilir. Tanzimat Fermanının devlet iktidarını sınırlandırılması, “dıştan bir sınırlandırma” değil, daha ziyade Padişahın “kendi kendini sınırlandırması (auto-limitation)”dır. Gerçekten de Abdülmecid o zamana kadar Padişahlara tanınan mutlak bir hak olan örfi cezalar verme yetkisinden vazgeçmekte, cezaların şeriata uygun olarak mahkemelerce verileceğini söylemektedir. Keza, o zamana kadar istediği konuda istediği gibi buyruklar çıkaran Padişah, bu hakkını bir ölçüde sınırlandırmakta, kuralları hazırlama yetkisini bir kurula vermekte, kendisine sadece onama yetkisini bırakmaktadır. Bu şekilde hazırlanan ve yürürlüğe giren kanunlara kendisinin de uyacağına yemin etmektedir.” GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Yayınları, 2000, s. 5-6

[23]Kabul etmek gerekir ki, Osmanlı hukuk tarihinde bugünkü anlamı ile ilk yazılı anayasa 1876 tarihli Kanun-ı Esasidir. Söz konusu anayasa 1876 yılında II. Abdülhamid’in tahta çıkışı ve daha çok Mithat Paşanın gayretleri ile ilan edilmiştir. O devirde devletin içerisinde bulunduğu dahili ve harici gailelerin giderilmesi amacıyla hazırlanmıştır. Ayrıca hazırlanmasında Tanzimat ve Islahat Fermanlarında olduğu gibi batının önemli ölçüde etkisi olmuştur. Kanun-ı Esasi’ye göre, yürütme görevi başta padişah olmak üzere bakanlar kuruluna, yasama görevi ise âyân ve mebusan meclisine verilmiştir. Yargı alanında ise mahkemelerin bağımsızlığı hükme bağlanmış ve savcılık müessesesi kabul edilmiştir. Kanun-ı Esâsî, kısa süre sonra II. Abdülhamid tarafından askıya alınmıştır. Böylece 33 yıl sürecek olan II. Abdülhamid devri başlamıştır. 1876 anayasasında 1909 yılında önemli değişiklikler olmuş, mesela, hükümetin parlamentoya karşı siyasal sorumluluğu benimsenmiştir ki, bu da en azından şeklen parlamenter hükümet sistemine bir geçiş sayılabilir. Aynı yönde görüş için bkz. TANÖR, Bülent, Osmanlı-Türk Anayasal Gelişmeleri, YKY, İstanbul, 8. Baskı, 133-135; 1876 Anayasasının genel özellikleri şunlardır: Bu Anayasa, dinci, monarşik bir devlet şekli kabul etmektedir. Padişahın, o zamana kadar fermanlarla sınırlanmış da olsa, tek başına kullandığı otorite bundan böyle, Padişahla meclis arasında taksim edilmektedir.Bu Anayasa ile yasama yetkisi, Meclisi Umumi adı verilen ve Heyeti Ayan ile heyeti Mebusan adlarında iki meclisten oluşan bir organa verilmiştir. Yani 1961 Anayasası'nda olduğu gibi, iki meclis sistemi kabul edilmiştir.Ayan Meclisi, İngiltere'nin Lordlar Kamarası'na benzetilerek, üyelerinin kaydı hayat şartıyla Padişah tarafından, doğrudan doğruya, atanması esası kabul edilmiştir. Ayan azası olabilmek için 40 yaşını doldurmuş, işleri ve eserleriyle memleketin güvenini kozanmış, devlet işlerinde iyi hizmeti ile tanınmış olmak koşulları aranmıştır.Mebusan Meclisi'nde müzakere ve kabul edilen kanun lâhiyaları daha sonra Ayan Meclisi'nde görüşüşür. Ayan Meclisi, önüne gelen kanun tasarılarını şeriata, Padişahın hak ve ayrıcalıklarına; hürriyetlere Anayasa hükümlerine, devletin bütünlüğüne, ülkenin iç güvenliğine, genel ahlâkcı aykırı hususlar görürse bu tasarıları kesin olarak red eder veya değiştirilmek üzere Mebusan Meclisi'ne geri gönderir. Kabul ettiği kanun tasarılarını ise Padişahın tastikine sunmak üzere Sadrazam'a havale eder.Mebusan Meclisi, her elli bin erkek vatandaşa bir temsilci olmak üzere, seçilecek kimselerden meydana gelir. Seçme ve seçilme hâkkı yalnız erkeklere tanınmıştır. Mebusan Meclisi üyeliği için 30 yaşın doldurulmuş olması gerekir. Seçim dönemleri 4 yıldır.Yürütme Organı: Bu organın başı Padişah'tır, Padişah bu yetkisini bakanları vasıtasile kullanır. Bakanların göreve atamaları ve yerlerinden alınmaları tamamen Padişah'ın yetkileri içerisindedir. Padişahlık ise veraset yoluyla babadan oğula intikal eder. Padişah'ın hak ve yetkiteri son derece geniştir. Bunların arasında Meclisi Mebusan'ın feshi, harp ve sulh yapma, yabancı devletlerle andlaşmalar imzalama, silâhlı kuvvetlere kumanda etme gibi yetkiler vardır.Yürütme organının diğer kanadı ise Sadrazam, Şeyhülislâm ve vekillerden oluşan Bakanlar Kurulu'dur. Bakanlar Kurulu Padişah taraıfından tayin edildiği gibi yine onun tarafından görevden de alınabilir.Meclisle Bakanlar Kurulu arasında bir anlaşmazlık çıktığı taktirde Padişah, Bakanlar Kurulu'nu değiştirebileceği gibi, onları haklı gördüğü taktirde Meclisi de feshedebilir.Padişah'a çok önemli bir yetki de 113. madde ile tanınmıştır. Bu maddeye göre Padişah, hükûmetin güvenliğini tehdit ettikleri anlaşılan kişileri, ülkenin çok uzak yerlerine sürgüne gönderme hakkına sahiptir. Nitekim Padişah, bu hükme dayanarak bir çok sürgünler yapmıştır.1876 Anayâsası, 1903 ve 1914 tarihlerinde iki kez değişikliğe uğramıştır. 1909 değişikliğinde, Meclis'in feshi ile ilgili 35. madde değiştirilerek Meclis'in ağırlığı artırılmış ve feshi zorlaştırılmıştır. Bunun yanı sıra, Padişah'a vatandaşları sürgün etme yetkisi veren ünlü 113. madde de yürürlükten kaldırılmıştır. Böylece Padişah'ın yetkileri biraz daha daraltılırken, parlemonter rejime doğru meyil de artırılmıştır.1914 yılında Kanunu Esası iki defa daha değiştirilmiştir. 7, 35, 43 ve 102. moddelerle ilgili bu değişiklikler üzerinde daha fazla durmadan, anayasal hayatımızın gelişme seyrini izlediğimizde, Meclisi Mebusan'ın 16 Mart 1920'de İstanbul'u işgal eden İngilizler arafından basılıp, dağıtıldığını görüyoruz

[24] SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, Mayıs 1974, s. 18

[25]İstanbul'un işgal edilmesi ve Meclis'in dağıtılması üzerine 23 Nisan 1920'de Büyük Millet Meclisi Ankara'da toplanmıştır. Toplanan yeni Meclis, yeni bir Anayasa yapılması için çalışmalara başlamıştır. 20 Ocak 1921 tarihli bu Anayasa, 24 maddelik çok kısa bir Anayasadır.Olağanüstü durum ve şartlar içerisinde hazırlanan bu Anayasa ayrıntılı hükümlere yer vermemiştir. Hattâ hak ve hürriyetler veya yargı gücü gibi temel konular da Anayasa'da yoktur.Yasama ve yürütme gücü, şeriat hükümlerinin uygulanması, kanun yapılması, uluslararası andlaşmalar yapılması, üyeleri iki yıl için seçilen Türkiye Büyük Mlillet Meclisi'nin yetkileri arasındadır. Meclis hükümeti sisteminin kabul edildiği Anayasa'da bütün yetkiler Meclis'e verilmiştir.Bu Anayasa'da 1923 yılında yapılan bir değişiklikle, devletin şeklinin cumhuriyet olduğuna dair bir hüküm Anayasa'ya konulmuştur. Bunun yanısıra, devletin dininin İslâm dini olduğuna dair başka bir hüküm de Anayasa'da yer almaktadır. Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeleri arasından bir seçim dönemi için seçilmektedir.

[26] 1924 Anayasası genel hatları ile şu şekilde sıralanabilir: Cumhuriyet'in ilk Anayasası 24 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilatı Esasiye Kanunu'dur. Bu Anayasa, o tarihten 1960 yılına kadar yürürlükte kalmış ve 27 Mayıs 1860 askerî müdahalesiyle yürürlükten kaldırılmıştır.1921 Anayasası gibi pek ayrıntılı olmıyan bu Anayasa da 105 maddeden ibarettir. Devlet şekli yine cumhuriyettir. Başlangıçta devletin dini, İslâm dini olarak kabul edilmişse de 1928 yılında bu hüküm Anayasa'dan çıkarılmıştır.Bu Anayasa da tek meclis sistemini kabul etmiştir. Türkiye Büyük Millet Meclisi adını taşıyan bu meclis 4 yılda bir şeçilir. Seçmen yaşı 22 ve seçilme yaşı 30 dur. 1934 tarihinde kadınlara da seçme hakkının tanınmasıyla seçimlerde genel oy esası kabul edilmiş oluyordu. 1935 seçimlerinde kadınlar, ilk kez, hem seçmiş ve hem de seçilmişlerdir.Cumhurbaşkanı, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, kendi üyeleri arasından, dört yıl için seçilir. Yeniden seçilmek mümkündür. Cumhurbaşkanı Başbakanı seçer. Başbakan da Bakanları seçen Bakanlar Kurulu listesini hazırlayan Başbakan bunu Cumhurbaşkanının onayına sunar. Cumhurbaşkanı tarafından onaylanan bakanlar listesi programı ile birlikte, Meclise sunulur. Meclis tarafından kabul edilen Bakanlar Kurulu kurulmuş olur ve göreve başlar.Anayasa'nın 5. maddesine göre, yasama yetkisi ve yürütme gücü Türkiye Büyük Millet Mecilsi'nde toplanır. Meclis, yasama yetkisini bizzat kullanır. Yürütme yetkisini ise kendisi tarafından seçilmiş Cumhurbaşkanı ve onun tayin edeceği bir bakanlar kurulu eliyle kullanır. Meclis her zaman, hükûmeti denetleyip düşürebilir. Görüldüğü gibi, her iki yetki de Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin elinde toplanmıştır. 1924 Anayasası güçler birliği ve vazife ayrılığı esasına dayanan bir Anayasadır. Oysa 1961 Anayasası'nın kabul ettiği sistem, yumuşak bir güçler ayrılığıdır.Anayasa'nın 5. faslı hak ve hürriyetlere ayrılmıştır. ''Türklerin Hukuku Ammesi'' başlığını taşıyan bu faslıda klâsik hak ve hürriyetlere yer verilmiştir. Bunlar, 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi'nin paralelinde düşünülmüş ve konulmuş hürriyetlerdir. Haklar ve hürriyetler arasında, sosyal ve ekonomik haklardan hemen hiç bahis yoktur. Yalnızca mülkiyet hakkı, çalışma hakkı ve ticaret hakkına kısaca değinilmekle yetinilmiştir.1924 Anayasası 7 defa değişikliğe uğramıştır. 1928 yılında yapılan ilk değişiklikle Anayasa'da bulunan dinî ibareler çıkarılmıştır. 1931 yılındaki değişiklik bütcenin, malî yıl başlamadan en az üç ay önce Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne verilmesi zorunluluğunu getirmiştir. 1934 yılındaki üçüncü değişiklikle kadınlara seçme ve seçilme hakkı tanınmıştır. 1937 yılı değişikliğiyle Cumhuriyet Halk Partisi'nin 6 ilkesi Anayasa'ya geçirilecek, Anayasa hükmü şekline getirilmişir. Bunun yanı sıra, her bakanlıkta bir siyasal müsteşarlık kurulmuştur. Fakat aynı yıl yapılan diğer bir değişiklikte, yararları görülmeyen, bu müsteşarlıklar kaldırılmıştır. 1945 te yapılan altıncı ve 1952 yılında yapılan yedinci değişiklikler Anayasa'nın diliyle ilgilidir. İlk değişiktikle Osmanlıca kelimeleri yeni Türkçe'ye çevrilen Anayasa, ikinci değişiklikle yeniden, eski Osmanlıca dile döndürülmüştür. Bu yedi değişikliği geçiren Anayasa, 1960 yılına kadar yürürlükte kalmış, 27 Mayıs 1960 askerî müdahalesi sonucunda yürürlükten kalkmıştır.

[27]Hatta aynı yıl 1924 Anayasası Türkçeleştirilmişti ve Anayasacılık hukukumuza 1945 ANAYASASI olarak geçmiştir. Gerçekten de; 20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, 1945 yılında, dönemin öz Türkçecilik akımına uyularak, 10 Ocak 1945 tarih ve 4695 sayılı Kanunla, “mana ve kavramda bir değişiklik yapılmaksızın Türkçeleştirilmiş”tir. Demokrat Parti iktidarı döneminde ise, 1952 yılında, 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanunla 1945’te Türkçeleştirilen metin yürürlükten kaldırılarak, 24 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, 1945 yılına kadar yapılan beş değişiklik ile birlikte tekrar yürürlüğe konmuştur. 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanunun 1’inci maddesine göre, “20 Nisan 1924 tarih ve 491 sayılı Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, 4695 sayılı Kanunun kabûl tarihine kadar yürürlükte bulunan tadilleriyle birlikte tekrar meriyete konulmuş ve bu kanun yerine ikame edilmiş olan 10.1.1945 tarihli ve 4695 sayılı Anayasa meriyetten kaldırılmıştır”. Aslında biçimsel açıdan bakarsak, 1924-1960 döneminde Türkiye’de bir değil üç Anayasa vardır: 1924-1945 döneminde 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu, 1945-1952 yılları arasında 1945 Anayasası ve 1952-1960 yılları arasında, 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanun ile tekrar yürürlüğe konulmuş 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu. Türk anayasa hukuku literatüründe böyle bir ayrım yapılmamaktadır. Zira, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ile 1945 Anayasası anlam olarak aynıdır. 1952’de yürürlüğe konulan Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ise 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun kendisidir. Oysa biçimsel açıdan bu görüşte isabet yoktur. Bu dönemde tam üç adet anayasal kanun, yani kurucu işlem vardır. Kural olarak, bu üç anayasal metnin anlam olarak aynı olduğu kabul edilmektedir. Zaten 10 Ocak 1945 tarih ve 4695 sayılı Kanun da, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun “mana ve kavramda bir değişiklik yapılmaksızın Türkçeleştirilmiş” olduğunu belirtmektedir. Ancak gerçek bu değildir. Anayasa normu, anayasa metninin anlamıdır. Metin değiştikçe bu metne atfedilecek anlamda pek doğal olarak değişebilir. Bir metne hangi anlamın atfedileceği bir yorum sorunudur. Ve buna anayasayı yorumlamakla görevli organlar yetkilidir. Yorum ise metne göre yapılır. 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu ve 1945 Anayasasının metinleri karşılıklı olarak incelenirse bunların arasında birçok anlam farkının da olduğu görülür. Örneğin 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun 59’uncu maddesi şöyledir:“Herkes mahkeme huzurunda hukukunu müdafaa için lüzum gördüğü meşru vesaiti istimalde serbesttir”.Buna karşılık 1945 Anayasasının 59’uncu maddesi şöyledir:“Herkes mahkeme önünde haklarını korumak için gerekli gördüğü yasalı araçları kullanmakta serbesttir”.Görüldüğü gibi, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu “meşru vesait”ten; buna karşılık, 1945 Anayasası “yasalı araçlar”dan bahsetmektedir. “Yasalı araçlar” ne demektir? “Yasayla belirlenen araçlar” demek ise, bundan yasama organının savunma hakkının bir “yasa” ile istediği gibi sınırlandırabileceği sonucu çıkar. Oysa “meşru vesait” ibaresinden böyle bir sonuç çıkarmak hayli zordur. Görüldüğü gibi 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun Türkçeleştirilmesi hukuk tekniği bakımından zararlı sonuçlara yol açabilir. Hukuk tekniği bakımından bir hukukî metnin terimleriyle oynanmasının tehlikeli olması bir yana, 1945 Anayasası metninin Türkçe bakımından da doğru olduğu pek şüphelidir. Örneğin, 59’uncu maddenin 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu versiyonunda herkes haklarını “müdafaa için” demektedir. 1945 Anayasası ise bu “müdafaa için” ibaresini “korumak için” diye öz Türkçeleştirmiştir. Bilindiği gibi, “koruma”, “müdafaa”nın değil “muhafaza”nın karşılığıdır. “Korumak için” ifadesi yerine “savunmak için” denmeliydi.Diğer yandan belirtelim ki, 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanun ile tekrar yürürlüğe konulan 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun metni ile bu Kanunun ilk metni arasında birtakım farklılıklar da vardır. 24 Aralık 1952 tarih ve 5997 sayılı Kanuna ek olarak 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanunu tekrar kaleme alınarak yayınlanmıştır. 1924 metni ile 1952 metinleri arasında kelimelerin yazılış farklılıkları vardır. Bundan başka bazı maddelerin anlamını değiştiren farklılıklar da vardır: 28’inci maddenin 1924 versiyonunda “... mebusluk sakıt olur” denmekte; buna karşılık 1952 versiyonunda, “... mebusluk zail olur” denmektedir. Keza 32’nci maddenin 1924 versiyonunda “Reisicumhur... Meclis münakaşat ve müzekaratına iştirak edemez ve rey veremez” derken, aynı maddenin 1952 versiyonunda “ve rey veremez” ifadesi yer almamaktadır. Aynı şekilde 88’inci maddenin ikinci fıkrasının 1924 versiyonunda “Türkiye’de ve hariçte bir Türk tebaanın...” ifadesinde yer alan “tebaanın” kelimesinin yerini 1952 versiyonunda “babanın” kelimesi yer almıştır. Yine, 1924 Teşkilât-ı Esasîye Kanununun ilk versiyonunda yer alan “Türkiye Büyük Millet Meclisini intihap edilen ve edilecek olan bilumum mensubin-i askerîyenin tâbi olacaklı şerait hakkındaki 19 Kanunuevvel 1339 tarihli Kanun ahkamı bakidir” şeklindeki muvakkat madde, Teşkilât-ı Esasîye Kanununun 1952 versiyonunda yoktur.Tüm bunlar göstermektedir ki, bir hukukî metnin kelimeleri fevkalade önemlidir. Onlarla oynanmamalı, metnin mevsukiyeti hakkında tereddüt yaratılmamalıdır. Daha detaylı biligi için bkz. GÖZLER, Kemal, Türk Anayasa Hukuku, Bursa, Ekin Yayınları, 2000, s. 55-74


[28] Benzer görüş için bkz. SOYSAL, Mümtaz, 100 Soruda Anayasanın Anlamı, Gerçek Yayınevi, İstanbul, Mayıs 1974, s. 11-12

[29] TANÖR, Bülent, İki Anayasa, 1961-1982, Beta, 3. Baskı, Nisan 1994, s. 96

[30] http://www.belgenet.com/12eylul/12092000_06.html (erişim tarihi 21.04.2007)

[31] Kanun no 2485, Kabul tarihi, 29.06.1981
Bu makaleden kısa alıntı yapmak için alıntı yapılan yazıya aşağıdaki ibare eklenmelidir :

"Anayasacılık Hareketleri" başlıklı makalenin tüm hakları yazarı Reşit Karaaslan'e aittir ve makale, yazarı tarafından Türk Hukuk Sitesi (https://www.turkhukuksitesi.com) kütüphanesinde yayınlanmıştır.

Bu ibare eklenmek şartıyla, makaleden Fikir ve Sanat Eserleri Kanununa uygun kısa alıntılar yapılabilir, ancak yazarının izni olmaksızın makalenin tamamı başka bir mecraya kopyalanamaz veya başka yerde yayınlanamaz.


[Yazıcıya Gönderin] [Bilgisayarınıza İndirin][Arkadaşa Gönderin] [Yazarla İletişim]
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
» Makale Bilgileri
Tarih
20-05-2007 - 17:38
(6551 gün önce)
Yeni Makale Gönderin!
Değerlendirme
Şu ana dek 5 okuyucu bu makaleyi değerlendirdi : 5 okuyucu (100%) makaleyi yararlı bulurken, 0 okuyucu (0%) yararlı bulmadı.
Okuyucu
58905
Bu Makaleyi Şu An Okuyanlar (1) :  
* Son okunma 12 saat 57 dakika 57 saniye önce.
* Ortalama Günde 8,99 okuyucu.
* Karakter Sayısı : 61652, Kelime Sayısı : 6133, Boyut : 60,21 Kb.
* 1 kez yazdırıldı.
* 9 kez indirildi.
* 4 okur yazarla iletişim kurdu.
* Makale No : 604
Yorumlar : 0
Bu makaleye henüz okuyucu yorumu eklenmedi. İlk siz yorumlayın!
Makalelerde Arayın
» Çok Tartışılan Makaleler
» En Beğenilen Makaleler
» Çok Okunan Makaleler
» En Yeni Makaleler
THS Sunucusu bu sayfayı 0,45028901 saniyede 14 sorgu ile oluşturdu.

Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir.