08-04-2003, 15:53 | #1 |
|
Düşündüren İlginç Hikayeler 3
"Yaşayabileceğimiz en güzel deneyimi henüz bilmiyoruz.Gizem, gerçek sanatın ve gerçek bilimin beşiğindeki esas duygudur. Bunun farkına varamayan kişi, merak edemez, şaşıramaz, ölüden bir farkı yoktur, gözlerinin önüne bir perde inmiştir."
ALBERT EINSTEIN "Bildiklerimiz bizi cehaletimize yaklaştırır." T.S. ELIOT "Sorun çözümü görememelerinde değil sorunu görememelerinde." G.K CHESTERTON "Bizleri bilime ve sanata yönelten güçlü dürtülerden biri de, gündelik hayatın acı verici kalabalığından, sıkıcı monotonluğundan ve sürekli değişen kişisel istekler zincirinden kaçma isteğidir." ALBERT EINSTEIN "Bilimin temelinde karmaşık matematiksel şekilcilik veya ayinselleştirilmiş deneyselcilik yoktur. Aslında bilimin özünü, gücünü gerçekte neler olup bittiğini öğrenme isteğinden alan ısrarcı bir dürüstlük oluşturur." SAUL PAUL SIRAG |
10-04-2003, 10:28 | #2 |
|
"Hırs İle Mutluluk Birbirlerini Hiç Görmezler."
ABD'nin New York şehri,trafik yoğunluğu en çok olan dünyanın belli başlı metropollerinden biridir. İşte, New York'un bu oldukça hareketli günlerinin birinde şehrin 5. caddesinde yürüyen bir adama bir otomobil hafifçe çarptı. Bu istenmeyen kazada yayaya bir şey olmamıştı. Otomobilin şoförü yayayla konuştu, özür diledi ve iş tatlıya bağlandı.Fakat yaya düştüğü yerden kalkmaya hazırkanıyordu ki, hadiseyi uzaktan görüp gelen bir aklı evvel, düşen adamın yanına gelerek yerinden kalkmadığı taktirde yaralandığını öne sürerek sigortadan hatırı sayılır miktarda para alabileceğini söyledi. Bir anda emeksiz kazanacağı yeşil dolarları gözünün önünde canlandıran adam, paranın cazibesiyle doğrulduğu yerden yeniden arabanın önüne yattı.Araç sürücüsü ise bütün bu olanlardan habersiz, adamın gittiğini düşünüp, bir an önce hadise mahallinden uzaklaşma telaşıyla arabasını çalıştırıp gaza bastı.Bir anlık hırsa kapılan arabanın altındaki adam, daha ne olduğunu bile anlayamadan hırsının bedelini canıyla ödedi.
|
10-04-2003, 11:07 | #3 |
|
İlginç Olaylar, İlginç Demeçler, SinirSözler
İLGİNÇ OLAYLAR
Bir işçinin 600 tonluk press makinesinin arasından emeklemek suretiyle geçerek ucundaki 2450 santigratlık fırında sigarasını yakmaya çalışması. (Karabük Demir Çelik Fabrikaları) · -------------------------------------------------------------------------------- Kurtarmaya gelen ambulansın suratınıza park etmesi. (E5 Otoyolu, Kumburgaz mevkii)· -------------------------------------------------------------------------------- Tıraş olurken berberin "rahatlatır" güdümlü, boynu aniden sağa sola çevirme hareketi sonucu, boynun kırılması. (Erzurum, Merkez Berber Salonu) · -------------------------------------------------------------------------------- Kafasında mermer kırdırmaya çalışan medyatik karatecilerin travma sonucu ölümü (Esenler Karete Salonunda) · -------------------------------------------------------------------------------- Kurban bayramında kaçan koçların boynuzları bir yerlerinize sokması sonucu ölüm (K.Maraş'ın Çoğulhan Kasabası) · -------------------------------------------------------------------------------- Mideye kaçan sineği öldürmek için ağza şheltox sıkmak suretiyle ölüm(Istanbul/Sultanbeyli) · -------------------------------------------------------------------------------- Bir arabaya 11 kişi binip viyadüğe uçmak (Molla Gürani Viyadüğü/Istanbul) · -------------------------------------------------------------------------------- Katta olmayan asansöre binme teşebbüsü (Ali Kırca/Kuruçeşme'deki evinde; sadece yaralanma) · -------------------------------------------------------------------------------- Balkona 50kişi çıkılması sonucu balkonun çökmesiyle oluşan toplu ölüm.(Dudullu'da bir Köy nişan töreninde) · -------------------------------------------------------------------------------- Ormanda zehirli mantarları ailece yiyerek,? anaa ne güzel !!? deyip aksama evde ölü bulunan Türk ailesi (Datça'da) · -------------------------------------------------------------------------------- Yatağındaki tahtakurusu veya bilumum haşaratı öldürmek için yatağı ilaçladıktan biraz sonra uykuya dalarak göçmek (Bodrum/Yalıkavak Köyü) · -------------------------------------------------------------------------------- Elektrik direğine yaslanıp ayakkabısına kaçan taşı çıkartmak için ayağını silkelerken elektrik çarptığını sanan yardımsever bir laz tarafından kafasına kürek, kalas vb vurularak ölmek. (Rize/Ardeşen Kasabası/Tunca Köyü) · -------------------------------------------------------------------------------- Denizcilik işletmesinin Gaziantep tankerinde gecen bir olay: Geminin üçüncü mühendisi kontrol için geminin buhar kazanına girer(kimseye haber vermemiştir). Daha sonra işgüzarın biri "niye bu kazan kapağı açık" der ve kapağı kapatır akabinde gemi sefere çıkar. (Kocaeli/Dilovası İskelesi) · -------------------------------------------------------------------------------- Yolda mutlu mesut yürürken kafaya balkon düşmesi (Gene Dudullu'da) · -------------------------------------------------------------------------------- İşkence sonucu intihara meyil gösterip ayakkabı bağcığı ile kendini asarak ölmek (Gayrettepe İstanbul İl Emniyet Müdürlüğü Nezarethanesi) · -------------------------------------------------------------------------------- Para çekmek amacıyla girilen bankamatik gişesinde elektrik çarpması sonucu ölüm.(Ziraat Bankası, Bozcaada Şubesi) · -------------------------------------------------------------------------------- Trafik kazasından yaralı olarak kurtarılıp, hastaneye kaldırılırken ambulansın kaza yapması sonucu ölüm. (Ülkemizin bir çok şehrinde sık rastlanan bir vaka) -------------------------------------------------------------------------------- işçi Ali, şaka olsun diye, Burhan'ın neticesine doğru hava tutar. Buna içerleyen Burhan, "öyle şaka olmaz böyle olur" diyerek hava tabancasını alır ve Ali'nin makatına sokar. Bağırsakları patlayan Ali hastane yolunda hakkın rahmetine kavuşur. (İstanbul, Ayazağa Sanayi Sitesi) · -------------------------------------------------------------------------------- Nüfus sayımı nedeniyle bomboş olan otoyolda bir sayım görevlisinin bariyerlere girmesi sonucu ölümü. (TEM otoyolu Gebze mevkii) · -------------------------------------------------------------------------------- Aynı iş yerinde biri gündüz bir gece vardiyasında olmak üzere çalışmakta olan baba oğuldan biri mobylette motor ile işe gitmekte diğeri ise bir başka mobylette ile eve dönmekte iken, yol üzerindeki sert bir virajda karşılaşmaları ve birbirlerine selam vermek isterken çarpışıp beraberce ölmeleri. (Konya, Meram Mahallesi) · -------------------------------------------------------------------------------- Kafalar güzel bir şekilde TEM otoyolunda seyreden bir araçtaki beş kişinin; süper fm'de çalmaya başlayan oynak bir şarki sonrası aracı sağa çekmesi ve Otoyol da göbek atmaya başlaması sonucu ölüm. Daha da ilginci bu 5 kişiden 3'ünün ölümü ve üçüne de ayrı ayrı araçların çarpmış olması (Adapazarı/Hendek) · -------------------------------------------------------------------------------- Eskiden anlatılan bir lunapark vakası: Parkın 2 kafadar gece bekçisi, uçan sandalye midir nedir işte onu çalıştırıp bir güzel kurulmuşlar. Bekçilerin ikisi de bütün gece kusarak hakkın rahmetine kavuşmuşlar. (Yıl:1971,yer:Göztepe Lunaparkı "Şimdilerde Göztepe Parkı'nın olduğu mevkii") Gönderen: Ceyda AKYOL İLGİNÇ DEMEÇLER İlham kaynağım şu gördüğünüz Boğaz. Bu deniz, öküze bile ilham verir...` => Serdar Ortaç Teniste en iyi hareketlerden biri, topu fileyi yalayarak atmaktır. Ben yaptığım işlerde bu atış felsefesini benimsedim...` => Hülya Avşar `Mozart dinlemiyorum ama Türkiye`ye gelirse konserine mutlaka giderim...=>Emrah Şimdi de Pink Floyd ve arkadaşları söylüyor: The Wall.. >>trt3 spikeri Ortada bir hakaret yok. Hıyar kelimesini kullandım. Bunu kendime de kullanırım. Yanlış anlama olmuş. Televizyonlar hıyarın h`sini alıp `h....tir'` yapmışlar...` => İbrahim Tatlıses Kanada gibi denizaşırı ülkelerde çok bulundum...` => Amerika`dan Britney Spears Herkes bir şekilde kadın olur ama hanımefendi olamaz!..` => Müzeyyan Senar`ın kızı Feraye Işıl`dan Bülent Ersoy`a İnsan, hayvan... her canlının yavrusu ne güzel. Öyle değil mi sevgili seyirciler?` => Defne Samyeli (Show Haber) Nodalıklar to, todalıklar no...` => Bülent Ecevit Uzun vadede politikada iyi şeyler yapmak istiyorum. Manken arkadaşlarım da bana destek oluyor...` => Tuğba Özay 57. Hükümet `tekno partilerin` açılmasına yardımcı oldu...` => Bülent Ecevit Kaybedecek hiçbir şeyi yoktu. İlk iki seti kaybetti. Şimdi kaybedecek daha çok hiç birşeyi yok!..` => Wimbledon erkekler final maçını anlatan TRT spikeri Öyle bir sivilce ilacı kullanıyorum ki bir sene içicem bir daha ömür boyu hiç sivilce çıkmayacak. İşte öyle bir sivilce ilacı aldım ben...` => Güzide Duran Alpay arka ayağını burktu!..` => Türkiye-Brezilya maçından... İnsan sevdiğine `Sana geleceğine bana gelsin` der. Öyle değil midir ya? Herkesin bir bebeği vardır...` => İbrahim Tatlıses Bu tokat olayından sonra hayata bakış açım değişti, artık her şeye daha pozitif bakıyorum...` => Hande Ataizi Coly top diye Hasan`a vurdu. Ama Hasan`ın kafası da top gibi baksana. Vurabilir insan...` => Türkiye - Senegal maçı yorumcusu Ömer Üründül Sigara öldürür ve eğer ölürseniz hayatınızın önemli bir parçasını kaybedersiniz...` => Brooke Shields Cennet, herkesin barış içinde, mutlu yaşadığı ve buluttan buluta zıpladığı bir yerdir. Ve uzun sakallı yaşlı bir adam etrafta dolaşır; O tanrıdır...` => Britney Spears Bak kızım sana şimdi bişey söylicem şaşıcan... Ben Salvador Dali`nin sekreteri ile beraber oldum Paris`te biliyor musun? Pariste yaani, yaa Salvador Dali... Benim babam da yaşamıştır diyosun... Senin baban Salvador Dali ile nasıl birlikte olur kızım? Demek ki size burdan bi sınav gelecek ki tepki gösteriyorsunuz değil mi? Yaaa Salvador Dali...` => Yıldo Her ne zaman televizyon seyrederken dünyada açlıktan ölen zayıf çocukları görsem ağlarım. Yani demek istiyorum ki; onlar gibi zayıf-ince olmak isterdim. Ben küçükken devamlı rüyamda uzaylıları görürdüm. Böyle gri kıyafetli acayip parıldayan yaratıklardı. Geliyorlardı ve beni alıp götürüyorlardı...` => Tuğba Özay Ben şimdi parçayı Cengiz`in bana öğrettiği gibi okumadım. Cengiz bana bi nağmeler öğretiyor, çok değişik oluyor. Eğer öyle okursam hakikaten çok güzel oluyor...` => Seren Serengil Annem hakikaten çok kaliteli bir sanatçı annesi...` => Seren Serengil Shaq`a baksana bu akşam çok yoruldu çocuk...` => İsmet Badem Hadi len bir kıta okiim...` => İzzet Yıldızhan, Tgrt`deki şovunda seyircilere doğru söyledi Gazeteci Sorusu: `Türkan Hanım, gözlerinizi bağışlamayı düşünür müsünüz?`Türkan Şoray yanıtı: `Bugün mü?` Parlamentodan, 500`ü aşkın başbakan çıkar...`=> Osman Durmuş --Senin ağzını yerim-- toplumda çok sık kullanıldığı için böyle bir şarkı çıkarttım... => Sinan Özen Vücudundan kurtul. Sadece zihnin ve ruhunla yaşa... O zaman toprağın altında nefes alabilirsin...`=> Cüneyt Arkın SİNİR SÖZLER Oğlumun adını mafya koydum, artık bir mafya babasıyım... - Sık sık ameliyat olun, içiniz açılır. Yazilidan sıfır aldım ama önemli olan katılmaktı. Ölüm korkusu sürekli değil mezarda biten geçici bir duygudur. Siddete karşı savaş açın! Şiddet yanlılarını kurşunlayın. Son gülen sen olacaksın, çünkü geç anlıyorsun. Gençliğim acı veriyordu ameliyatla aldırdım. Bende şeytan tüyü yok. Epilasyonla aldırdım. Bir soru sorabilir miyim bayan, ne kadar güzelsiniz? Araba benim, benim uzerime araba, ama ben onun uzerindeydim o gün. İşimde iyiyimdir,lafı koyarım,15 gün içinde olursun. KESİN! Benim okuduğum okul betondu, hocalar dahil. İçinde birşey olmayınca dışı neye yarar? Yeni okuma fişleri var mı hocahanım? Evet var.Işık ılık süt iç eklendi.... ooo desene ishal kaptırdi gidiyo. Okul çok iğrenç bişiy ya. Hani ***tan sorular sorarlar ya sizin bedene kim giriyo falan.Bu ne ya?Kimse girmedi allaha çok şükür. 20 sene okursun hayata atılırsın bir 20 sene daha harcaman lazim ki hayatta başarılı olabilesin öğrendiklerini unutasın. Ben çiftlere sinir olurum. Özendirirler sarılarak falan böyle,özenirsin istersin vermezler falan iğrençtir yani. Ilahi Azrail, sen adami öldürürsün. Selam. Ben Aydan Şener. Ben de dünyadan Neil Armstrong. Besbinkere söyledim; abartmayı bırak. Bu tüp bebek hatali; hep gaz kaçiriyor |
10-04-2003, 11:14 | #4 |
|
İlgiç Olaylar 2
Free Web site hosting - Freeservers.com
İLGİNÇ OLAYLAR Tahminlere göre yeryüzündeki milyonlarca ağaç sincapların gömerek sakladıkları, sonra da unuttukları kozalak türü ağaç tohumlarından kazara yetişmiştir. Ernest Vincent Wright’ın yazdığı "Gadsby" adlı 50,000 den fazla kelimelik romandaki hiç bir kelimede E harfi bulunmamaktadır. ABD de her 45 saniyede bir bir evde yangın çıkar. Güneş Dünyadan 330,330 kat daha büyüktür. Bir köstebek sadece bir gecede 90 m tünel kazabilir. Eski Mısırlılar taştan yapılmış yastıklarda uyurlardı. Bir hipopotam ağzını açarsa 120 cm boyunda bir insan onun içine rahatça sığabilir. Dünyada her yıl 50,000 den fazla deprem olmaktadır. Kedi ve köpekler de insanlar gibi solak ya da sağak olabilirler. Bir zarın herhangi bir yüzü ile onun tam arka yüzündeki rakamların toplamı daima 7'dir. İnsanlar parmak izinden, köpekler burun izinden tanınır. < Boğalar renk körüdür, bundan dolayı matadorun elindeki beze saldırırlar, rengi ne olursa olsun. Elmalar sabahları insanları uyanık tutmak için en verimli kafein kaynağıdır. Sıkı çalışan bir erişkin günde 15 litreye yakın terler. Bu terin çoğu insan daha farketmeden buharlaşır. Ortalama bir buzdağı 20,000,000 ton gelir. Zehirli oklu kurbağada 2,200 insanı öldürebilecek kadar zehir bulunur. Kibrit kutusu büyüklüğündeki altın külçesi yufka gibi açılarak bir tenis kortu büyüklüğüne kadar yırtılmadan uzatılabilir. Karasinekler hakkında da bir şey var, ama sanırım hoşlanmazsınız, çünkü tam "ben Sinek filmini bile midem bulanmadan seyrettim," diyenler için: After eating, a housefly regurgitates its food and then eats it again! Noel Baba'nın geyiklerinin adları: Dasher, Dancer, Prancer, Vixen, Comet, Cupid, Donder, Blitzen ve Kırmızı Burunlu Rudolph Pamuk Prenses'in 7 cücesinin adları: Happy, Grumpy, Sneezy, Doc, Dopey, Sleepy ve Bashful. |
10-04-2003, 19:24 | #5 |
|
İşte Türkiye'nin Suç Haritası
Devlet İstatistik Enstitüsü'nün verileri kent - suç ilişkisi konusunda ilginç saptamalara imkan veriyor. Sıcak bölgelerdeki kentler genel suç sıralamasında önde yer alırken, İstanbul gibi büyük kentler, sanıldığının aksine, daha güvenli.
Ülkemizde işlenen suçlar şehirlerin kimliğini ortaya koyuyor. En fazla Kastamonu'da adam öldürülüyor, Kars'ta adam dövüp yaralanıyor, Bayburt'ta kız kadın, erkek kaçırılıyor, Sinop'ta ırza geçme ve sarkıntılık yapılıyor, Aydın'da rüşvet, irtikap ve sahtecilik ile zina, Antalya'da hırsızlık, Trabzon'da dolandırıcılık yapılıyor, Edirne'de zimmete para geçiriliyor, Balıkesir'de sövüp hakaret ediliyor, Hakkari'de uyuşturucu kullanma, satma, alma, Gaziantep'de para ve mal kaçakçılıkçılığı yapılıyor, Sakarya'da orman suçu işleniyor, Manisa'da icra, iflas kanununa aykırı davranılıyor. İşlenen suçun nüfusa oranlanmasıyla bulunan sonuçlara göre, Manisa suç rekortmeni şehir oluyor. Genel kanının aksine İstanbul gibi büyük şehirler ilk sıralarda yer almıyor. Devlet İstatistik Enstitüsü'nün (DİE) 1994 verilerine göre; daimi ikametgahlarına göre cürüm ve kabahat türü suçlarla cezaevine giren hükümlülerin sayısına ve DİE'nin 1994 nüfus verilerine göre yaptığımız araştırma ilginç sonuçlar verdi. Büyük nüfus hareketliliği yaşanan ülkemizde şehirlerin karakteri işlenen suçları da etkiliyor. Yaşanılan şehrin iklimi, coğrafi konumu, gelenek görenekleri, eğitimi, kültür yapısı, sanayileşmesi ve diğer faktörler işlenen suçlarda belirleyici oluyor. İklimi sıcak olan bölgelerdeki kentler genel suç sıralamasında ön sıraları alıyor. Terör olmazsa Doğu ve Güneydoğu illeri Türkiye'nin en güvenli yerleri oluyor. Suç oranı en yüksek il Manisa, ikinci Balıkesir, üçüncü Muğla, dördüncü Aydın, beşinci Çanakkale oluyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgeleri ise, son sıralarda yer alıyor. Karadeniz illeri de en az suçun işlendiği yerler arasında bulunuyor. En az suç işlenen son 10 il Gümüşhane, Batman, Van, Şırnak, Bayburt, Tunceli, Erzincan, Iğdır, Ardahan, Siirt şeklinde sıralanıyor. En fazla uyuşturucu madde kullanmak, satmak, satın almak ile para ve mal kaçakçılığı suçu sınırlara yakın olan Güneydoğu Anadolu bölgesinde işleniyor. Ancak bu, suç genel tablosunu fazla etkilemiyor. Suç deposu gibi görünen büyük şehirler ise sıralamalarda geride kalıyor. İstanbul 57. sırada, Ankara 32., İzmir ise 11. sırada bulunuyor. İstanbul hırsızlık, İzmir ise dolandırıcılık, hırsızlık ile sövme, hakaret suçlarından ilk beşe giriyor. Kadınların ilginç suçları Kadınlar Türkiye'de işlenen suçların ancak yüzde ikisi nedeniyle cezaevine giriyor. Türkiye'nin Batı bölgelerinde kadınların suç oranı Karadeniz, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesine göre daha yüksek. Kadın suçlarında Uşak birinci, Eskişehir ikinci, İzmir üçüncü, Aydın dördüncü, Bartın beşinci oluyor. Tunceli, Hakkarı, Bingöl, Gümüşhane, Şırnak, Muş, Ardahan da kadınlar hiçbir suçtan cezaevine girmemiş. Kadınların en fazla işlediği suçlar icra iflas kanununa muhalefet ile hırsızlık. Kadınların erkeklerden fazla işlediği tek suç ise zina. 16 kadın, kız, kadın ve erkek kaçırmaktan, 7 kadın da ırza geçme ve sarkıntılık suçlarından hüküm giymiş bulunuyor. Türkiye genelinde en fazla işlenen suç icra iflas kanununa muhalefet etmek. Cezaevine giren hükümlülerin yüzde 51'i bu suçu işlemiş. Hırsızlık yüzde 10, dövmek yaralamak yüzde 6, adam öldürme yüzde 5, dolandırıcılık yüzde 4 oranlarıyla bu suçu takip ediyor. Uzmanlar iklim şartlarının, coğrafi yapının, gelenek ve göreneklerin suç işleme eğilimini etkilediğini belirtiyor. Ege, Marmara ve Akdeniz bölgesinde suç işleme oranının yüksek olması iklime bağlanıyor. Karadeniz insanının doğasından gelen öfkesinin de bu bölgede suç eğilimini etkilediği kaydediliyor. Coğrafi konumları gereği sınıra yakın olan şehirlerde ise, kaçakçılık daha çok yapılıyor. |
11-04-2003, 07:29 | #6 |
|
Düşündüren İlginç Hikayeler 1
Düşündüren İlginç Hikayeler
-------------------------------------------------------------------------------- Arkadaş (Hikaye) Savaşın en kanlı günlerinden biri. Asker, en iyi arkadaşının az ileride kanlar içinde yere düştüğünü gördü. İnsanın başını bir saniye bile siperin üzerinde tutamayacağı ateş yağmuru altındaydılar. Asker teğmene koştu ve: - Teğmenim. Fırlayıp arkadaşımı alıp gelebilir miyim?.. Delirdin mi? der gibi baktı teğmen... - Gitmeye değer mi?. Arkadaşın delik deşik olmuş. Büyük olasılıkla ölmüştür bile.. Kendi hayatini da tehlikeye atma sakın.. Asker ısrar etti ve teğmen "Peki " dedi.. "Git o zaman.." İnanılması güç bir mucize. Asker o korkunç ateş yağmuru altında arkadaşına ulaştı. Onu sırtına aldı ve koşa koşa döndü. Birlikte siperin içine yuvarlandılar. Teğmen, kanlar içindeki askeri muayene etti.. Sonra onu sipere taşınan arkadaşına döndü: - Sana değmez, hayatini tehlikeye atmana değmez,demiştim. Bu zaten ölmüş.. - Değdi teğmenim. dedi asker.. - Nasıl değdi? dedi teğmen. Bu adam ölmüş görmüyor musun?.. - Gene de değdi komutanım. Çünkü yanına ulaştığımda henüz sağdı.. Onun son sözlerini duymak, dünyaya bedeldi benim icin.. Ve arkadaşının son sözlerini hıçkırarak tekrarladı: - Jim!.. Geleceğini biliyordum!.. demişti arkadaşı... Geleceğini biliyordum.. Yolumuzdaki Engeller.. (Hikaye) Eski zamanlarda bir kral, saraya gelen yolun üzerine kocaman bir kaya koydurmuş, kendisi de pencereye oturmuştu. Bakalım neler olacak?. Ülkenin en zengin tüccarları, en güçlü kervancıları, saray görevlileri birer birer geldiler, sabahtan öğlene kadar. Hepsi kayanın etrafından dolaşıp saraya girdiler. Pek çoğu kralı yüksek sesle eleştirdi. Halkından bu kadar vergi alıyor, ama yolları temiz tutamıyordu. Sonunda bir köylü çıkageldi. Saraya meyve ve sebze getiriyordu. Sırtındaki küfeyi yere indirdi, iki eli ile kayaya sarıldı ve ıkına sıkına itmeye başladı. Sonunda kan ter içinde kaldı ama, kayayı da yolun kenarına çekti. Tam küfesini yeniden sırtına almak üzereydi ki, kayanın eski yerinde bir kesenin durduğunu gördü. Açtı. Kese altın doluydu. Bir de kralın notu vardı içinde. "Bu altınlar kayayı yoldan çeken kişiye aittir" diyordu kral. Köylü, bugün dahi pek çoğumuzun farkında olmadığı bir ders almıştı. "Her engel, yaşam koşullarınızı daha iyileştirecek bir fırsattır." Osman Efendi (Hikaye) Osman Efendi bir sabah müthiş bir baş ağrısıyla uyanır. İlaç alır, geçmez. Bir iki gün bekler, ağrı devam eder. Doktor çağrılır. Doktor muayene eder, ağrı kesiciler verir, gider. Lakin Osman Efendinin baş ağrısı artarak sürer. Üstüne üstlük baş ağrısı yanı sıra gözleri de yaşarmaya baslar. Başka doktorlar çağrılır... Osman Efendi Uşak'ın ileri gelenlerindendir, ağrıyı kesene servet vaat eder. Doktorların hiçbiri ağrıyı durduramadığı gibi sebebini de bulamaz. Ev halkı birbirine karışır, baş ağrısından geceleri uyuyamayan Osman Efendiyi İstanbul'a götürmeye karar verirler. İstanbul'da en iyi doktorlar seferber olur. Röntgenler, beyin tomografileri çekilir, testler yapılır... Görünüşe bakılırsa Osman Efendi turp gibidir. Oysa dayanması gittikçe zorlaşan baş ağrısı ve gözyaşları hayatı çekilmez hale getirmiştir. Ağrı kesici iğnelerle zor ayakta duran Osman Efendi bu defa da apar topar yurtdışına götürülür. O devirde Amerika değil İsviçre moda, Zurih'e gidilir. Haftalarca hastanede kalınır, onlarca profesör konsültasyon yapar, testler tekrarlanır. Sonuç: Osman Efendiye teşhis konulamaz. Artık yerinden kalkamayan Osman Efendiye ağrı kesici iğneler verilir, ülkesine dönüp "dinlenmesi", daha doğrusu son günlerini -evinde- geçirmesi tavsiye edilir. Osman Efendi bitkin, aile perişan. "Kader" denilir, Uşak'a dönülür. Osman Efendi yayla evinde bir odaya yatırılır ve ağrı kesici iğnelerle ölümü beklemeye başlar. Bir gün, hastanın keyfi gelsin diye, Osman Efendinin eski berberi Berber Mehmet çağrılır. Berber yataktan kalkamayan Osman Efendiyi tıraş ederken, adamcağız derdini anlatır ve ölümü beklediğini söyler. Berber Mehmet bir an düşünür. "Beyim?" der, "Sakın sizin burnunuzda kıl dönmüş olmasın" Bir bakar, "Hah işte der. "Kıl dönmüş." Osman Efendinin şaşkın bakışlarına aldırmaksızın çantasından cımbızı kaptığı gibi kılı çeker. Ev halkı Osman Efendinin köyü ayağa kaldıran çığlığıyla odaya koşar. Berber Mehmet, Osman Efendinin elinden zor alınır ve cımbızın ucunda tuttuğu yirmi santimlik kılla kapı dışarı edilir. Osman Efendinin kanayan burnuna pansumanlar yapılır, kolonyalar koklatılır ve yaşlı adam tekrar yatağına yatırılır. Ertesi sabah Osman Efendi aylardır ilk defa rahat bir uykudan uyanır. Gözlerinin yaşarması geçmiştir. Baş ağrısından ise eser kalmamıştır. Dönen kılın sinire yürüyüp gittikçe uzayarak dayanılmaz ıstıraplara yol açtığını doktorlar ancak o zaman keşfeder. Çözümün bu kadar basit olabileceği kimsenin aklına gelmemiştir. Sapasağlam ayağa kalkan Osman Efendi, Berber Mehmet'i çağırtır ve ona bir servet bağışlar. BU YAZIDAN ÇIKARTILACAK SONUÇLAR : 1. Vergiden turizme, sosyal güvenlikten adalet reformuna kadar Berber Mehmet efendilerin fikirleri var, dinlemek gerek. 2. Bazen büyük sorunların çok basit çözümleri olur. 3. Burnundan kıl aldırtmayanların başı çok ağrıyabilir. Bir Küçük Tebessüm (Hikaye) Küçük kız, hüzünlü bir yabancıya gülümsedi. Bu gülümseme adamın kendisini daha iyi hissetmesine sebep oldu. Bu hava içinde yakın geçmişte kendisine yardım eden bir dosta teşekkür etmediğini hatırladı. Hemen bir not yazdı, yolladı. Arkadaşı bu teşekkürden o kadar keyiflendi ki, her öğlen yemek yediği lokantada garson kıza yüklü bir bahşiş bıraktı. Garson kız ilk defa böyle bir bahşiş alıyordu. Aksam eve giderken, kazandığı paranın bir parçasını her zaman köşe basında oturan fakir adamın şapkasına bıraktı. Adam öyle ama öyle minnettar oldu ki. İki gündür boğazından aşağı lokma geçmemişti. Karnını ilk defa doyurduktan sonra, bir apartman bodrumundaki tek odasının yolunu ıslık çalarak tuttu. Öyle neşeliydi ki, bir saçak altında titresen köpek yavrusunu görünce, kucağına alıverdi. Küçük köpek gecenin soğuğundan kurtulduğu için mutluydu. Sıcak odada sabaha kadar koşuşturdu. Gece yarısından sonra apartmanı dumanlar sardı. Bir yangın başlıyordu. Dumanı koklayan köpek öyle bir havlamaya başladı ki, önce fakir adam uyandı, sonra bütün apartman halkı. Anneler, babalar dumandan boğulmak üzere olan yavrularını kucaklayıp, ölümden kurtardılar. Bütün bunların hepsi, beş kuruşluk bile maliyeti olmayan bir TEBESSÜMSÜN sonucuydu. Bill Gates Bill Gates Microsoftsun bir seminerinde bilgisayar sektöründeki gelişmenin hızını anlatmak için şöyle bir benzetme yapmış. "Eğer Volkswagen firması son 25 yıl içinde bilgisayar sektörü kadar hızlı gelişmiş olsaydı bugün 500 dolara alacağımız arabalara 25 dolarlık benzin koyup dünya turu atmamız mümkün olacaktı" Birkaç gün sonra VW firmasının bir basın açıklaması yayınlanmış. "Eğer otomotiv sektörü Bill Gates in işletim sistemi gibi gelişmiş olsaydı, her alacağımız arabada tek koltuk olacak, diğer koltuklar için ekstra lisans parası ödemek zorunda kalacaktık; arabamız sadece bizim ürettiğimiz benzinle çalışacak; gösterge tablosundaki tüm ikaz ve uyarı ışıkları yerine üzerinde ARABANIZ GEÇERSİZ BİR İŞLEM YÜRÜTTÜ VE KAPATILACAKTIR yazan tek bir lamba olacaktı. Ayrıca her kazadan sonra arabanın hava yastıkları açılmadan önce bir düğmenin üzerinde HAVA YASTIKLARI AÇILACAK EMİN MİSİNİZ diyen bir ışık yanacaktı" İNSANLIK DERSİ (Gerçek Hikaye) Ünlü İtalyan sinema sanatçısı Vittorio de Sica bir TV röportajında anlatıyor : İtalya' da Napoli' nin kenar mahallelerinden birinde, bir Cafe-Bar da, espressolarimizi içiyoruz.İçeri giren müşterilerden biri, barmene "due caffee, uno sospeso" (iki kahve, biri askıda) diyor, iki kahve parası veriyor, bir kahve içip gidiyor, barmen de tezgahın üzerinde asılı duran çiviye bir küçük kağıt asıyor. Biraz sonra iki kişi içeri giriyor: "due caffee e un sospeso" (iki kahve ve bir askıda) diyorlar, üç kahve parası verip, iki kahve içip gidiyorlar, barmen gene bir küçük kağıt daha asıyor tezgahın üstündeki çiviye... Bunun gün boyu böyle sürdüğü anlaşılıyor. Derken üstü başı biraz eski, püskü, belli ki fakir biri bardan içeri girdi, barmene "un caffee sospeso" (askıdan bir kahve) dedi, ve barmenin hazırladığı kahveyi içip, para ödemeden çıkıp gitti. Barmen de tezgahın üzerine asmış olduğu kağıtlardan bir tanesini aşağı indiriverdi... Gerçek Sevgi (İbretli hikaye) Bir gün sormuşlar ermişlerden birine: "Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yaşayanlar arasında ne fark vardır?" Bakın göstereyim demiş, ermiş. Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kaşıkları denilen bir metre boyunda kaşıklar. "Ermiş bu kaşıkların ucundan tutup öyle yiyeceksiniz" diye bir de şart koymuş. Peki demişler ve içmeye teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan. Bunun üzerine şimdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. "Buyurun" deyince, her biri uzun boylu kaşığını çorbaya daldırıp, sonra karşısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan işte demiş ermiş, 'kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı düşünürse,o aç kalacaktır. ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından doyurulacaktır şüphesiz ve şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima. DUNYADA TURKCE BILEN HERKESE!!! "Osmanlı 600 yıl durdu durdu da tam Rus'larla savaşırken, tam düşmana değil müttefike ihtiyacı olduğu zaman mi Ermeni'leri kesmeye karar verdi?" MAHKEME SORULARI Aşağıdakiler mahkemelerde avukatlar tarafından sorulmuş sorulardan derlenmiştir. Avukatlarımız (özellikle de bizim tanıdıklarımız!!) hiç alınmasın lütfen, çünkü bu sorular amerikan mahkemelerinde sorulmuş ve yanıtlanmış, sadece türkçeye çevrilmiş.. 1. "Uykusunda ölen bir insan, ertesi günün sabahına kadar bunun farkına varamaz, değil mi doktor?" 2. "En genç olan oğlunuz, hani su 20 yaşında olan, kaç yaşındaydı?" 3. "Resminiz çekilirken orada mıydınız?" 4. "Yalnız mıydınız, yoksa kendi başınıza mıydınız?" 5. "Savaşta öldürülen kardeşiniz miydi yoksa siz miydiniz?" 6. "Sizi öldürdü mü?" 7. "Çarpışma esnasında araçlar arasında ne kadar mesafe vardı?" 8. "Oradan ayrılana kadar orada mı kaldınız?" 9. "Kaç kere intihar etmeyi başardınız?" 10. Soru: "8 ağustosta mı hamile kaldınız?" Cevap:"Evet." Soru: "peki o anda siz ne yapıyordunuz?" 11. Soru: "Üç çocuğunuz var, değil mi?" Cevap: "Evet." Soru: "Kaçı erkek?" Cevap: "Erkek yok." Soru: "Hiç kızınız var mi?" 12. Soru: "Merdivenler alt bodruma iniyor dediniz, değil mi?" Cevap: "Evet." Soru: "Peki bu merdivenler yukarı da çıkıyor muydu?" 13. Soru: "Bay ___, geçen yaz kusursuz bir balayına çıktınız, değil mi?" Cevap: "Evet, Avrupa'ya..." Soru: "Eşiniz de sizinle geldi mi?" 14. Soru: "İlk evliliğiniz niçin sona ermişti?" Cevap: "Ölüm sebebiyle." Soru: "Kim ölmüştü?" 15. Soru: "Şüpheliyi tarif edebilir misiniz?" Cevap: "Orta boyluydu, sakalı vardı." Soru: "Erkek miydi yoksa kadın mi?" 16. Soru: "Bugüne kadar kaç ölü üzerinde otopsi yaptınız, doktor?" Cevap: "Bugüne kadar ki bütün otopsilerimi ölüler üzerinde yaptım." 17. Soru: "Bütün cevaplarınız sözlü olmak zorunda, anlaştık mi? Şimdi, hangi okula gidiyorsunuz?" Cevap: "Sözlü." 18. Soru: "Otopsiye başladığınız zamanı hatırlıyor musunuz?" Cevap: "Aksam 8:30 civarında başladık." Soru: "Bay___ o esnada ölü müydü?" Cevap: "Hayır, sandalyeye oturmuş neden otopsi yaptığımı merak ediyordu." 19. Soru: "İdrar örneği verme imkanınız var mi?" Cevap: "Kendimi bildim bileli yapabilirim." 20. Soru: "Otopsiye başlamadan önce Bay .....'nin nabzına baktınız mi doktor?" Cevap: "Hayır." Soru: "Kalbini dinlediniz mi?" Cevap: "Hayır." Soru: "Nefes alıp almadığını kontrol ettiniz mi?" Cevap: "Hayır." Soru: "O halde siz otopsiye baslarken Bay ___ hala yaşıyor olabilir, değil mi?" Cevap: "Hayır." Soru: "Nasıl bu kadar emin olabiliyorsunuz, doktor?" Cevap: "Çünkü adamın beyni masamın üstünde bir kavanozun içindeydi." Soru: "Yine de hasta hala yasıyor olamaz mıydı?" Cevap: "Evet, hatta şu anda bir mahkeme salonunda avukatlık yapıyor olabilir." MİLLETÇE KÖTÜMSER MİYİZ? (Gerçek Hikaye) Büyük gazetelerimizin birinde yönetici semineri veren uzman Türklerin dünyada en kötümser milletlerden biri olduğunu iddia etmiş. Peşinden küçük bir test yapmış. Bitişik sözcüklerden oluşan aşağıdaki cümleyi birkaç saniyeliğine gösterip yöneticilerden okumalarını istemiş: "THEGODISNOWHERE" Katılımcıların hepsi bu cümleyi: "THE GOD IS NO WHERE" diye okumuş. Yani "Tanrı hiçbir yerde değildir" seklinde. Uzman acı aci gülümsemis... "Tam bekledigim gibi" diye mirildanmis. Bati ülkelerindeki seminerlerde katılımcılar bu cümleyi söyle okurlarmış: "THE GOD IS NOW HERE" Yani: "Tanrı şimdi burada"... Bilgisayar acemisi (Komik Gerçek Olay) WordPerfect'in yardım hattında banda alınmış bir telefon konuşması. Bu konuşma sonrası helpdesk elemanı isinden kovuluyor. Kovulduktan sonra da şirketi kendisini "Gerekçesiz" isten çıkardığı için mahkemeye veriyor. İşte Telefon Konuşması : - Yardım hattı, buyrun, nasıl yardımcı olabilirim? - Bir sorunum var. - Nasıl bir sorun? - Yazı yazıyordum, birden bütün kelimeler gitti? - Gitti mi? - Yok oldu! - Ekranda şu anda ne görüyorsunuz? - Hiç bir şey. - Hiç bir şey mi? - Yazdığım hiç bir şey ekrana çıkmıyor. - Hala Wordperfect programında mısınız yoksa programdan çıktınız mı? - Bunu nereden bileyim? - Ekranda bir "C" harfi görüyor musunuz? - Bir "hece" mi... - Boş verin. Ekranda yanıp sönen bir çizgi var mi? - Söyledim ya hiç bir şey yazmıyor. - Monitör üstünde yanan bir lamba var mi? - Monitör ne? - Ekranı olan yer, televizyon gibi... Çalıştığını gösteren küçük bir lamba var mi? - Bilmiyorum. - Monitörün arkasına bakın, oraya bir elektrik kablosu giriyor olması lazım. Görebiliyor musunuz? - Evet. - Harika, o kabloyu takip edin duvarda elektriğe bağlı mi bana söyleyin. - Bağlı - Harika. Monitörün arkasına bakınca bağlı olan tek kablo mu gördünüz, yoksa iki tane mi? - Görmedim. - Tekrar bakar mısınız, ikinci bir kablonun da bağlı olması lazım. - Evet buldum. - Tamam, simdi onu takip edin bilgisayara bağlı mı diye bakin. - Kabloya ulaşamıyorum. - Ulaşmayın, bağlı mı diye bakabilir misiniz? - Olmuyor. - Bir şeyden destek alıp eğilip bilgisayarın arkasına baksanız.... - Eğilmek dert değil, karanlık olduğu için bakamıyorum. - Karanlık? - Ofisin ışıkları kapalı, pencereden gelen ışık yetmiyor. - Ofisin ışıklarını yakın. - Yanmaz. - Neden? - Elektrikler kesik. - Elektrikler mi kesik. Tanrım...!(kısa bir sessizlik) Bilgisayarın kutusu, kitapları herşeyi duruyor mu? - Evet dolapta. - Simdi bilgisayarı sökün , aynen aldığınızdaki gibi paketleyin ve aldığınız dükkana iade edin. - Durum bu kadar kötü mu? - Korkarım öyle! - Peki tamam. Onlara ne diyeceğim? - "Ben bilgisayar kullanamayacak kadar aptalım" diyeceksiniz... MARANGOZ (Hikaye) Yaşlı bir marangozun emeklilik çağı gelmişti. işveren müteahhidine, çalıştığı konut yapım işimden ayrılmak ve eşi, büyüyen ailesi ile birlikte daha özgür bir yasam sürmek tasarısından söz etti. Çekle aldığı ücretini elbette özleyecekti. Emekli olmak ihtiyacındaydı, ne var ki. Müteahhit iyi isçisinin ayrılmasına üzüldü. Ve ondan, kendine bir iyilik olarak, son bir ev daha yapmasını rica etti. Marangoz kabul etti ve ise girişti, ne var ki gönlünün yaptığı iste olmadığını görmek pek kolaydı. Bastan savma bir işçilik yaptı ve kalitesiz malzeme kullandı. Kendini adamış olduğu mesleğine böyle son vermek ne talihsizlikti!.. işini bitirdiğinde, işveren, evi gözden geçirmek için geldi. Dış kapının anahtarını marangoza uzattı. "Bu ev senin" dedi, "sana benden hediye". Marangoz soka girdi. Ne kadar utanmıştı! Keşke yaptığı evin kendi evi olduğunu bilseydi! O zaman onu böyle yapar miydi! Bizim için de bu böyledir. Gün be gün kendi hayatimizi kurarız. Çoğu zamanda, yaptığımız ise elimizden gelenden daha azını koyarız. Sonra da, soka girerek, kendi kurduğumuz evde yasayacağımızı anlarız. Eğer tekrar yapabilsek, çok daha farklı yaparız. Ne var ki, geriye dönemeyiz. Marangoz sizsiniz. Her gün bir çivi çakar, bir tahta koyar ya da bir duvar dikersiniz. "Hayat bir kendin yap tasarımıdır" demiştir biri. Bugün yaptığınız davranış ve secimler, yarin yasayacağınız evi kurar. Öyle ise onu akıllıca kurun., Kovadaki Çatlak (Hikaye) Hindistan'da bir sucu, boynuna astığı uzun bir sopanın uçlarına taktığı iki büyük kovayla su taşırmış. Kovalardan biri çatlakmış. Sağlam olan kova her seferinde ırmaktan patronun evine ulaşan uzun yolu dolu olarak tamamlarken, çatlak kova içine konan suyun sadece yarısını eve ulaştırabilirmiş. Bu durum iki yıl boyunca her gün böyle devam etmiş. Sucu her seferinde patronunun evine sadece 1,5 kova su götürebilirmiş. Sağlam kova başarısından gurur duyarken, zavallı çatlak kova görevinin sadece yarısını yerine getiriyor olmaktan dolayı utanç duyuyormuş. İki yılın sonunda bir gün çatlak kova ırmağın kıyısında sucuya seslenmiş. "Kendimden utanıyorum ve senden özür dilemek istiyorum." "Neden?..." diye sormuş sucu. "Niye utanç duyuyorsun?..." Kova cevap vermiş. "Çünkü iki yıldır çatlağımdan su sızdığı için tasıma görevimin sadece yarısını yerine getirebiliyorum. Benim kusurumdan dolayı sen bu kadar çalışmana rağmen, emeklerinin tam karşılığını alamıyorsun." Sucu söyle demiş. "Patronun evine dönerken yolun kenarındaki çiçekleri fark etmeni istiyorum." Gerçekten de tepeyi tırmanırken çatlak kova patikanın bir yanandaki yabani çiçekleri ısıtan güneşi görmüş. Fakat yolun sonunda yine suyunun yarısını kaybettiği için kendini kötü hissetmiş ve yine sucudan özür dilemiş. Sucu kovaya sormuş. "Yolun sadece senin tarafında çiçekler olduğunu ve diğer kovanın tarafında hiç çiçek olmadığını fark ettin mi?... Bunun sebebi benim senin kusurunu bilmem ve ondan yararlanmamdır. Yolun senin tarafına çiçek tohumları ektim ve her gün biz ırmaktan dönerken sen onları suladın. İki yıldır ben bu güzel çiçekleri toplayıp onlarla patronumun sofrasını süsleyebildim. Sen böyle olmasaydın, o evinde bu güzellikleri yaşayamayacaktı." * * * Hepimizin kendimize özgü kusurları vardır. Hepimiz aslında çatlak kovalarız. Büyük planda hiçbir şey ziyan edilmez. Kusurlarınızdan korkmayın. Onları sahiplenin. Kusurlarınızda gerçek gücünüzü bulduğunuzu bilirseniz eğer, siz de güzelliklere sebep olabilirsiniz. "İnsanlarla birlikte büyüseler bile, kurdun eniği yine kurt olur." Sadi Sirazi |
11-04-2003, 07:32 | #7 |
|
Düşündüren İlginç Hikayeler 2
ÜÇ SORU
Bir zamanlar bir kralın aklına şöyle bir düşünce geldi: "Eğer bir işe ne zaman başlayacağımı; kimi dinleyeceğimi ve yapmam gereken en önemli şeyin ne olduğunu bilseydim, girdiğim her işi başarırdım." Aklına böyle bir fikir düşünce, krallığın dört bir yanına, kim kendisine her iş için en uygun vakti, bu iş için en gerekli kişinin kim olduğunu ve yapılması gereken en önemli şeyin ne olduğunu öğretirse ona büyük bir mükafat vereceğini ilan etti. Bilgeler kralın huzurunda toplandı, fakat sorulara verdikleri cevaplar birbirinden tamamen farklı çıktı. İlk soruya cevap olarak; kimileri her hareketin doğru vaktini bilmek için önceden günlerin, ayların, yılların yer aldığı bir takvim hazırlamak ve sıkı sıkıya buna uyarak yaşamak gerektiğini söylediler. "ancak böylece" dediler "her şey tam zamanında yapılabilir". Diğerleri ise her hareketin doğru vaktine önceden karar verilemeyeceğini, kişinin kendisini boş eğlencelere kaptırmayıp, hep daha önce olmuş olayları izleyerek en lüzumlusunu yapabileceğini iddia ettiler. Bu defa başka bilginler de kral neler olup bittiğine ne kadar ederse etsin, tek bir kişinin her hareket için en uygun vakte karar vermesinin imkansız olduğunu; kralın, her şeyin en uygun vaktini tespitte ona yardım edecek bir bilge kişiler konseyi kurması gerektiğini söylediler. Fakat bu defa da başka bilginler; "Bir konseyin önünde beklemesi imkansız bazı şeyler vardır, bu işlerin yapılıp yapılmayacağına ancak tek bir kişi anında kara verebilir" dediler. "Buna karar vermek içinse neler olacağını önceden bilmek gerekir. Neler olacağını önceden bilenler de yalnızca sihirbazlardır. Dolayısıyla her hareketin doğru vaktini bilmek isteyen, sihirbazlara danışmalıdır. İkinci soruya da aynı şekilde türlü türlü cevaplar geldi. Kralın en fazla ihtiyaç duyduğu, en gerekli kişiler bazılarına göre danışmanlar; bazılarına göre papazlar; bir kısmına göre hekimler; daha başka bir kısmına göre ise savaşçılardı. Üçüncü soruya, yani en önemli işin ne olduğu konusuna gelince; bazıları dünyadaki en önemli şeyin bilim olduğunu söyledi. Bir kısmı savaşta ustalaşmak; daha başkaları da dinî ibadet dediler. Bütün cevaplar birbirinden farklı çıkınca, kral bunların hiçbirisini kabul etmeyip hiç kimseye de ödül vermedi. Ama halâ doğru cevapları aradığı için, bilgeliğiyle ünlü bir münzeviye danışmaya kara verdi. Münzevi, hiç ayrılmadığı bir ağaç kovuğunda yaşar, yanına sade halktan başkasını kabul etmezdi. Bu yüzden kral üstüne sade elbiseler giyerek kendisini halktan biri gibi göstermeye çalıştı ve yola düştü. Münzevinin kovuğuna yaklaştıklarında atından indi ve muhafızını da geride bırakıp yola devam etti. Kral yaklaşırken münzevi kovuğunun önüne çiçek tarhları kazıyordu. Kralı gördü, selamlayıp kazmaya devam etti. Münzevi mecalsiz ve zayıf birisiydi; küreğini toprağa her sokuşunda bir parçacık toprak çıkarıyor, soluk soluğa kalıyordu. Kral yanına gelip şöyle dedi. "Ey bilge münzevi, size üç sorunun cevabını sormak için geldim. Doğru şeyi doğru zamanda yapmayı nasıl öğrenebilirim? En fazla muhtaç olduğum, dolayısıyla diğerlerinden fazla ilgi göstermem gereken insanlar kimdir? En önemli ve her şeyden önce kendimi vereceğim işler nelerdir?" Münzevi kralı dinledi, ama cevap vermedi. Avuçlarına tükürüp kazmaya devam etti. "Yoruldunuz" dedi kral, " Küreği bana verin de biraz dinlenin." Münzevi, "Sağolun" diyerek küreği krala verip yere oturdu. Kral iki tarh kazdıktan sonra durup sorularını tekrarladı. Münzevi yine cevap vermedi; bu defa ayağa kalktı, elini küreğe uzattı ve şöyle dedi: "Biraz dinlenin; bir parça da ben çalışayım." Fakat kral küreği ona vermeyip kazmaya devam etti. Bir saat geçti, bir saat daha. Güneş, ağaçların ardından batmaya başladı; sonunda kral küreği toprağa saplayıp şöyle dedi: "Ey bilge kişi, senin yanına sorularıma bir cevap bulmak için geldim. Eğer cevap vermeyeceksen, söyle de evime gideyim". Münzevi, "Buraya koşarak birisi geliyor" dedi, "bakalım kim?" Kral arkasına döndüğünde bir adamın koşarak kendilerine doğru geldiğini gördü. Adamın karnına bastırdığı ellerinin altından kan sızıyordu. Kralın yanına ulaşınca, kendinden geçercesine inledi, sonra da bayılıp yere düştü. Kral ve münzevi, hemen adamın üstündeki elbiseleri çıkardılar. Karnında büyük bir yara vardı. Kral yarayı elinden geldiğince yıkadı, mendiliyle ve münzevinin havlusuyla sardı. En sonunda kan durdu, adam kendisine gelince içecek bir tey istedi. Kral dereden taze su getirip ona verdi. Bu arada akşam olmuş hava soğumuştu. Kral, münzevinin de yardımıyla yaralı adamı kovuğa taşıyarak yatağa yatırdı. Yatağa uzanan adam gözlerini kapatıp derin bir uykuya daldı. Kral, koşuşturmadan ve yapmış olduğu işlerden öylesine yorulmuştu ki eşiğe çöktü ve uyuyakaldı; kısa yaz gecesi boyunca deliksiz bir uyku çekti. Sabah uyanınca nerede olduğunu, yatakta uzanmış ve canlı gözlerle dikkatle kendisine bakan yabancının kim olduğunu uzun süre hatırlayamadı. Kralın uyandığını ve kendisine baktığını gören adam; "Beni affedin" dedi, zayıf bir sesle. Kral, "Sizi tanımıyorum, üstelik affedilecek bir şey yapmadınız ki" dedi. "Siz beni tanımıyorsunuz, ama ben sizi tanıyorum" dedi adam. "Ben, kardeşimi astırdığınız ve mallarını elinden aldığınız için sizden öç almaya yemin etmiş bir düşmanınızım. Tek başınıza münzeviyi görmeye gittiğinizi öğrendim ve dönerken yolda sizi öldürmeye karar verdim. Ama akşam olduğu halde dönmediniz. Ben de sizi arayıp bulmak için pusuya yattığım yerden çıkınca muhafızlarınıza rastladım, beni tanıyıp yaraladılar. Onlardan kaçtım, fakat yaramdan çok kan akıyordu. Yaramı sarmasaydınız kan kaybından ölürdüm. Ben sizi öldürmek istedim, siz ise hayatımı kurtardınız. Eğer yaşarsam şimdiden sonra en sadık köleniz olup size hizmet edeceğim ve oğullarıma da aynı şeyi emredeceğim. Affedin beni." Kral, düşmanıyla bu denli kolay barıştığı ve onun dostluğunu kazandığı için çok mutlu oldu; onu affetmekle kalmayıp uşaklarını ve kendi doktorunu gönderip onun tedavisini yaptıracağını söyledi, ayrıca mallarını iade edeceğine de söz verdi. Yaralı adamla vedalaşan kral, kapının önüne çıkıp münzeviyi aradı. Gitmeden önce, sormuş olduğu sorulara cevap vermesini bir kez daha rica etmek istiyordu. Münzevi dışarda, bir gün önce kazmış oldukları tarhlara çiçek tohumlarını ekiyordu. Kral ona yaklaştı ve şöyle dedi: "Sorularıma cevap vermeniz için size son defa yalvarıyorum!" Yorgun dizlerinin üstünde çömelmeye devam eden münzevi, gözlerini kaldırıp krala baktı ve, "Cevabınızı aldınız" dedi. "Nasıl aldım? Ne demek istiyorsunuz?" diye sordu kral. "Anlayamıyorsunuz" diye cevapladı münzevi. "Dün eğer benim dermansızlığıma acımayıp şu tarhları kazmasaydınız, gidecek ve şu adamın saldırısına uğrayacaktınız ve yanımda kalmadığınıza pişman olacaktınız. Yani en önemli vakit, tarhları kazdığınız vakitti; en önemli kişi bendim ve en önemli işiniz bana iyilik yapmaktı. Daha sonra bu adam yanımıza koşarak geldiğinde, en önemli vakit onunla ilgilendiğiniz vakitti, çünkü eğer onun yaralarını sarmasaydınız, sizinle barışmadan ölecekti. Dolayısıyla en önemli kişi oydu, en önemli iş de onun için yaptıklarınızdı." "Bundan sonra şu gerçeği unutmayın: Tek önemli vakit vardır, içinde bulunduğunuz an. O an en önemli vakittir, çünkü sadece o zaman elimizden bir şey gelebilir. En önemli kişi, kiminle beraberseniz odur, zira hiç kimse bir başkasıyla bir daha görüşüp görüşmeyeceğini bilemez; ve en önemli iş iyilik yapmaktır, çünkü insanın bu dünyaya gönderilmesinin tek sebebi budur.", 700 YILLIK ALTIN ÖĞÜT Aşağıda Osman Bey'e ünlü İslam Alimi, Şeyh Edeb-Ali'nin verdiği öğütleri anlatan bir yazı. Çok hoşuma gitti. Neredeyse 700 yıl önce söylenmiş ama hiç mi hiç eskimemiş. Tüm zamanlar için geçerli. "Oğul insanlar vardır şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Avun oğlum avun. Güçlüsün, kuvvetlisin, akıllısın, kelamlısın, ama bunları nerede, nasıl kullanacağını bilemezsen sabah rüzgarında savrulur gidersin... Öfken ve nefsin bir olup aklını yener. Daima sabırlı, sebatlı ve iradene sahip olasın. Dünya senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizemler, bilinmeyenler, görülmeyenler ancak senin fazilet erdemlerinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı, atanı say, bereket büyüklerle beraberdir. Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol, her sözü üstüne alma. Gördün söyleme, bildin bilme. Sevildiğin yere sık gidip gelme, kalkar muhabbetin itibar olmaz. Üç kişiye acı: * Cahiller arasındaki alime, * Zenginken fakir düşene, * Hatırlı iken itibarını kaybedene. Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir. Haklı olduğunda mücadeleden korkma. "Bilesin ki atın iyisine DORU," "Yiğidin iyisine DELİ derler." Tahta Perdedeki Çivi Kötü karakterli bir genç varmış. Bir gün babası ona çivilerle dolu bir torba vermiş. " arkadaşların ile tartışıp kavga ettiğin zaman her sefer bu tahta perdeye bir çivi çak" demiş. Genç, birinci (ilk) günde tahta perdeye 37 çivi çakmış. sonraki haftalarda kendi kendine kontrol etmeye çalışmış ve geçen her günde daha az çivi çakmış. Nihayet bir gün gelmiş ki hiç çivi çakmamış. Babasına gidip söylemiş. Babası onu yeniden tahta perdenin önüne götürmüş. Gence "bugünden başlayarak tartışmayıp kavga etmediğin her gün için tahta perdelerden bir çivi çıkart (sök)" demiş. Günler geçmiş. Bir gün gelmiş ki her çivi çıkarılmış. Babası ona "aferin iyi davrandın ama bu tahta perdeye dikkatli bak. Artık çok delik var. Artık geçmişteki gibi güzel olmayacak" demiş. Arkadaşlarla tartışıp kavga edildiği zaman kötü kelimeler söylenilir. Her kötü kelime bir yara (delik) bırakır. Bir çatal bir arkadaşlara (bu cümle anlaşılmıyor) sokabilirsin ve çıkartabilirsin, Arkadaşına bin defa kendisini affettiğini söyleyebilirsin ama bu delik aynen kalacak(kapanmayacak). Bir arkadaş ender bir mücevher gibidir. Seni güldürür yüreklendirir sen ihtiyaç duyduğunda yardımcı olur seni dinler sana yüreğini açar" demiş. |
11-04-2003, 07:38 | #8 |
|
İlginç Fıkralar
SINAV
4 tane üniversite öğrencisi, uyanamadıkları için matematik finaline geç kalırlar ve okula gidince hocaya arabalarının lastiğinin patladığını söylerler. Hoca önce inanmaz, ama öğrencilerinin yalvarmalarına dayanamayarak, onları 3 gün sonra sınav yapacağını söyler. Sınav günü gelince hoca, 4 öğrencinin hepsini boş bir salonun ayrı ayrı köşelerine oturtur. Sınav geçme sistemi şöyledir: 100 üzerinden 50 puan alan herkes sınavı geçebilir. Hocanın hazırladığı sınavda ise ön sayfada 10'ar puanlık 4 tane basit matematik sorusu vardır. Bunları kolayca çözerler. Arka sayfada ise 60 puanlık 1 soru vardır: "Hangi lastik patladı?" Mühendis I Bir Makine Mühendisi, bir elektrik mühendisi ve bir bilgisayar mühendisi bir gün eski bir araba ile yola çıkmışlar. Issız bir otobandan geçerken, araba aniden durmuş, baktılar çalışmıyor, Makine Mühendisi "Ben simdi hallederim!" diyerek atılmış, önce arabanın altına yatmış, kaputu açmış, bir kaç girişi sıkıştırıp, bir kaç yere çekiçle filan vurmuş ama tık yok! Başı eğik arabaya geri dönmüş. Bunun üzerine elektrik mühendisi atılmış hemen, o da elektrik girişlerini, sigortaları kontrol etmiş, kablolarla oynamış ama hareket yok! Bunun üzerine ikisi birden dönüp, bilgisayar mühendisine bakmışlar. Sıranın kendisine geldiğini anlayan bilgisayarcı, "Eeee şey, arabadan bir çıkıp tekrar girsek?" Mühendis II Bir matematikçi, bir fizikçi ve bir mühendise bir kırmızı top verip bunun hacmini nasıl bulacaklarını sormuşlar. Matematikçi, bir mezura ile etrafını ölçüp formülle yarıçapını hesapladıktan sonra diğer bir formülle yarıçapından hacmini bulacağını söylemiş. Fizikçi ise topu suya batırıp yer değiştiren suyun hacmini ölçerek topun hacmini bulabileceğini söylemiş. Top son olarak mühendisin eline verilmiş, mühendis topu şöyle biraz çevirip bakmış ve sonra: "Bana kırmızı toplar kataloğunu bulun." TEMEL TAMİRATTA Amerika'ya göçen Temel, birikimleri ile bir otomobil tamirhanesi açmıştı. Birgün kaputu açmış, motorun silindir başlıklarını sökerken, dünyaca ünlü kalp cerrahi Dr. De Bakey'nin içeri girdiğini gördü. Doktor mercedesine bir göz atmasını istiyordu. Temel : "Siz ünlü doktor De Bakey'siniz değil mi" diye sordu.. "Evet" dedi, doktor. Temel simsiyah ellerini bir beze sildi ve hafif bir tebessümle sordu : "Sayın ünlü doktor, burada ne yaptığıma dikkatle bakın, lütfen.. Ben de kalpleri açıyorum. Kapakçıkları dışarı çıkarıyorum, temizliyor, düzeltiyorum, bozulanların yerine yenilerini takıyorum. İşimi bitirdiğimde, bu bebek bir tazı gibi koşmaya başlıyor.. İkimiz de temelde ayni işi yaptığımız halde, siz nasıl olup milyarlar kazanıyorsunuz da, ben meteliğe kurşun atıyorum?.." De Bakey iyice yanına geldi Temel'in.. Eğildi ve kulağına fısıldadı : "Simdi bu anlattıklarını motor çalışırken yap bakalım!.." İtiraf ediyorum İnterpol yeni bir istihbarat birimi kuracaktır. Tecrübeli elemanlar aramaktadır. Referanslarıyla beraber en az iki kişiden oluşacak ve ekip halinde çalışacak elemanlar tercih edilmektedir. CIA’dan, KGB’den ve malum ülkeden ikişer eleman gelir. İnterpol yetkilisi bir tavşanı alır ormana bırakır ve yarım saat bekledikten sonra CIA elemanlarından yakalamasını ister. CIA elemanları süratle ormana dalarlar ve iz sürerler. 3 gün sonra gelirler. Ellerindeki örnekleri analiz etmek için laboratuvara ihtiyaç duyduklarını belirtirler. İnterpol yetkilisi KGB elemanlarına “buyrun” der, sıra sizde der. KGB elemanları süratle ormana dalarlar. Biraz sonra ormandan dumanlar yükselmeye başlar. Koşarak ormandan çıkarlar. Kendilerini zor kurtarmışlardır. “Hain, rejim düşmanını yok ettik” derler. Yanmış bir parça bularak ispat etmeye çalışırlar. Sıra üçüncü grup ajana gelmiştir. Yetkili, başka bir tavşanı diğer bir ormana bırakır ve yarım saat bekledikten sonra ajanlardan yakalamasını ister. Ajanlar süratle ormana dalarlar. Yarım saat sonra telsizle bildirirler: “yakaladık geliyoruz”. Biraz sonra gözükürler. Hırpalanmış ve bitkin bir haldeki bir ayıyı kollarından tutmuşlar sürükleyerek getirmektedirler. Ayı bir taraftan da bağırmaktadır: “Her şeyi itiraf edeceğim, ben aradığınız tavşanım, ben o hain tavşanım.... yeter ki....” Dünya Türklere kalacak Dünyanın meşhur “think-tank”ları bir araya gelirler. Araştırma konuları önümüzdeki asırda dünyanın hakimi kim olacaktır. Dünya kime kalacaktır. Bilgisayara bütün ülkelerin nüfus yapısından, ekonomiye, eğitimden sağlığa ve siyasetten askeriyeye kadar bütün bilgiler yüklenir. Uzmanlar “Dünya kime kalacak” diye sorularını yazarlar ve “enter”e basarlar. 1 dakika sonra ekranda büyük harflerle cevap görünür: “Dünya Türklere kalacak.” Uzmanlar şoktadır. En nihayet birisi şaşkınlıktan kurtulup, “neden” diye yazar ve “enter” e basar. Bilgisayardan hemen cevap gelir: “Bütün milletler uzaya gidecek, böylece dünya Türklere kalacak.” Kaçan espri Ula temel der “Bir öğünde kaç hamsi yersin?” Temel cevap verir: “elli.” Pekale der şimdi ramazan, oruçlu iken kaç tane yersin? -Yüz tane. Dursun hayır der. Oruçlu iken bir tane yersin, orucun bozulur. Diğer doksan dokuzunu oruçsuz olarak yersin. Espri temelin hoşuna gider. Bu espriyi hemen bir arkadaşına satması gerekir. Bir arkadaşı ile karşılaşır. Ula söyle bana der. Bir öğünde kaç hamsi yersin? Arkadaşı cevaplar: “Yirmi tane. “ Temel “tüh be” der. “Espriyi kaçırdın. Yüz tane deseydin sana güzel bir espri yapacaktım.” Mısır tanesi ve adam Adamın birisi tavuklardan korkmaktadır. Yakınları adamı bir psikologa götürüler. Doktor sebebi öğrenir. Adam kendisini mısır tanesi zannetmektedir. Doktor adamı ikna etmek için bir-kaç seans düzenler. Sonunda adamı mısır tanesi olmadığına ikna eder. Adam: "mısır tanesi olmadığımı ve insan olduğu anladım doktor bey" der. "Ama bunu tavuklar da biliyor mu? Sen bir de onlara anlat..." |
11-04-2003, 07:40 | #9 |
|
Düşündüren Ve Güldüren Fıkralar
Üçüncü Boğaz (Fıkra)
Üçüncü Boğaz Köprüsünün yapım işini Japon, Amerikan ve Türklerden oluşan bir konsorsiyum almış. Tam açılışın yapılacağı sırada kurdele kesilirken köprü büyük bir gürültüyle yıkılmış. Japon: 'Gitti bütün emeklerim, mahvoldu kumlarım' diyerek harakiri yapmış. Amerikalı: 'Gitti çeliklerim, tonlarca çelik yıkıldı' diyerek tabancasını çekip intihar etmiş. Tüm bunları izleyen Türk müteahhit de derin bir 'Oh!' çekerek yanındakilere dönmüş: 'İyi ki çimento koymamışım, yoksa bunlar gibi mahvolurdum'... EŞŞEĞİN DİRENCİ Köylü Ahmet eşeğini satmaya karar vermiş. Kıymeti taş çatlasa 50 milyon lira etmeyen eşşek için pazarlık payı da ekleyerek 100 milyon lira fiyat koymuş. Komşu köyden acilen eşşeğe ihtiyacı olan Mehmet ağa 100 milyon ödeyip eşşeği pazarlıksız satın almış. Köylü Ahmet eşşeğini satmasına satmış ama akşam da gözüne bir türlü uyku girmemiş. Gece boyunca düşünüp, durmuş. "Mehmet ağa 50 milyon liralık eşşeğe niye 100 milyon lira verdi?"!!!!!... diye. İçi rahat etmeyince ertesi gün eşşeğini geri almaya karar vermiş. Pazara gitmiş Mehmet ağayı bulmaya. Bir de ne görsün eşşek 200 milyon liradan satışa Çıkarılmış... Bi kere içi rahat etmemiş, geri alacak eşşeğini... 200 milyon lira ödeyip geri almış eşşeğini (pazarlıksız.). Aynı olay bu defa Mehmet ağa'nın başına gelmiş, o da uyuyamamış. "Allah allaaaah, Ahmet niye 100 milyona sattığı eşşeği 200 milyona geri aldı var bu işin içinde bir iş..." diye gece boyunca düşünüp, durmuş. O da ertesi gün eşşeği geri almaya karar vermiş. 400 milyon lira vererek geri almış eşşeği... Bu alışveriş her gün fiyat arta arta devam etmiş. Bir kaç gün sonra pazara bir başka köyden Hüseyin gelmiş. Hüseyin pazardaki kalabalığın arasına dalınca bir de ne görsün ; "al, al, al, sat, sat, sat" bağrışmaları arasında bir yaşlı eşşek ve bu eşeğin tam 1.000.000.000 TL satış fıyatı... Yanındakine sormuş, "Hemşehrim, nedir bu? Bu yaşlı eşşek 1 milyar lira eder mi yahu?" Adam hemen yanıtlamış; "Valla grafikler ortada, bu eşşeğin fiyatı bir haftada 50 milyon liradan başladı, 950 milyon liraya geldi. Şöyle bir teknik analizine bakarsan görürsün. Eşşeğin fiyatı 1 milyardaki direncini bi kırarsa, 1.5 milyara kadar yolu var." Kötü Yola Düşmüş mü? (Fıkra) Birer kız çocuğu sahibi iki aile bir gün misafirlikte sohbete başlamışlar. -- Eee sizin kızdan naber? -- Valla işte ne olsun biliyorsunuz, işe girdi geçen sene. Başını kaşıyacak vakti yok. İlk başlarda geceleri fazla mesai yapıyordu. Sonra hafta sonları da çalışmaya başladı. Patronu çok sevmiş her işi ona veriyormuş. Derken Ankara seyahatleri başladı. Bizimki çanta sekreter gibi patron nereye o oraya. Sonra Paris seyahatleri filan en sonunda bu iş böyle olmayacak dediler, patronu ev tuttu. Deli gibi çalışıyor evladım. Ee, peki sizin ki ne alemde? -- Valla bizim kız da kötü yola düştü ama ben sizin kadar güzel anlatamıyorum. HAMİLE KADIN (Fıkra) Küçük bir çocuk, hamile bir kadının karnına dokunarak: -Ne var sizin karnınızda teyze, Kadın: -Çocuğum var evladım, diye cevap verir. -Sizin çocuğunuz mu? -Evet -Onu seviyor musunuz? -Evet -Çok mu seviyorsunuz? -Evet evladım. -Öyleyse neden yediniz? Sherlock Holmes (Fıkra) Sherlock Holmes ile Dr. Watson kampa giderler. Güzel bir yemek yedikten sonra uykuya dalarlar. Birkaç saat sonra Holmes uyanır ve arkadaşını dürdükler. "Watson, yukarıya bak ve bana ne gördüğünü söyle". Watson cevap verir: "Milyonlarca yıldız görüyorum" Holmes sorar: "Bu sana neyi gösteriyor?" Watson bir an düşünür ve yanıtlar: " Astronomik olarak milyonlarca galaksinin ve dolayısıyla milyarlarca gezegenin varlığını görüyorum. Yıldızların konumuna bakarak saatin 3'ü çeyrek geçtiğini çıkarıyorum. Teolojik olarak Allah'ın kudretini ve kendi acizliğimizi görüyorum. Meteorolojik açıdan da bugün havanın çok güzel olacağını tahmin ediyorum. Neden sordun? Sana ne gösteriyor?" Holmes arkadaşını sabırla dinlemiştir ama artık dayanamaz: "Ulan hıyar, çadırımızı araklamışlar!" Borcunu Ödeyecek Yargıç temele sormuş : Davacıya borcunu bir türlü ödemiyorsun. Neden? Temel boynunu büker. "Vereceğum vermesine de bana üç ay mühlet ver diyorum, vermiyor. Üç yıldır beni oyalıyor." Rus Askeri Çeçenistan'da savaşan bir rus Rusya'ya geri döndüğünde bir berbere gider. Berber ona nerede askerlik yaptığını sorar ve oda çeçenistan'da der. Berber tıraşa devam ederken 5 dk. kadar sonra yine nerede askerlik yapmıştınız diye sorar. Asker berber herhalde unutkan biri diye yine çeçenistan'da diye cevap verir. 5 dk. kadar sonra berber yine ya siz askerliği nerede yapmıştınız diye sorunca rus asker kızar ve sana 3. Kez çeçenistan'da diyorum ya diye kızarak cevap verir ve niçin ikide bir bunu kendisine sorduğunu sorar. Berber bunun üzerine şu cevabi verir: Ben ne zaman bu soruyu sorsam ve sende ne zaman çeçenistan diye cevap versen saçların diken gibi oluyor ve kesmesi daha rahat oluyor. MÜŞTERİ ŞİKAYETLERİ Aşağıda anlatılanlar Wall Street Journal tarafından yayınlanmış bilgisayar teknik servisine yapılmış gerçek şikayetlerdir. 1. Compaq "Press any key" komutunu "Press return key" şekline dönüştürmeyi düşünüyor. Neden? "Any" tuşu nerede sorusuna cevap vermekten baygınlık gelmiş. 2. Bir müşteri, üzerinde "toz koruyucu" olduğunda fareyi kullanmakta güçlük çektiğinden dert yanmış. Toz koruyucu dediğinin farenin plastik paketi olduğu ortaya çıkmış. 3. Disklerinin hatalı olduğunu savunan müşteriye "diskleri satıcıya yollayın" denmiş. Satıcının eline geçen mektuptan disklerin fotokopileri çıkmış. 4. Dell şirketinin bir müşterisi bilgisayarının faks çekememesinden şikayet etmiş. 40 dakikalık bir telefon görüşmesi sonucunda adamın kağıdı monitöre dayayıp "Gönder" tuşuna bastığı ortaya çıkmış. 5. Bir IBM müşterisi dokümanı yazıcıya aktaramadığından şikayet etmiş. "Bilgisayar yazıcıyı görüyor mu?" sorusuna karşılık "Ekranı yazıcıya doğru çevirdim, ama hala görmüyor" cevabını vermiş. 6. Yeni aldığım bilgisayar çalışmıyor diye Dell firmasını arayan kadın sürekli "Ayak pedalına basıyorum, basıyorum makinadan hiç ses gelmiyor" demiş. Ayak pedalı dediğinin fare olduğu ortaya çıkmış. 7. Novell Netware'in ünlü hikayesi: NetWare: Buyrun Sistem Operatörü. Adam: Bilgisayarın kahve taşıyıcısı kırıldı. Garanti kapsamında, ne yapmam lazım? Netware: Kahve taşıyıcı mı? Adam: Evet, bilgisayarın önündeki! Netware: Pardon anlamakta güçlük çekiyorum. Bu kahve taşıyıcıyı nereden aldınız. Promosyon falan mı? Üzerinde bir marka var mı? Adam: Bilgisayarla birlikte geldi. Promosyon olup olmadığını bilmiyorum. Üzerinde 24X yazıyor. **(Bahsedilen cihaz CDROM sürücüsü olur, 24X herkes için çok şey ifade etmeyebilir diye...) 8. Bir IBM müşterisi:" İlk disketi sürdüm. İkincisini sürerken çok zorlandım. Üçüncüsü asla içeri girmiyor." |
11-04-2003, 07:42 | #10 |
|
Güzel Sözler
Düşündüğünüz,
Söylemek istediğiniz, Söylediğinizi sandığınız, Söylediğiniz, Karşınızdakinin duymak istediği, Duyduğu, Anlamak istediği, Anladığını sandığı, Anladığı.. arasında farklar vardır Dolayısıyla insanların birbirini yanlış anlaması için en az 9 ihtimal var Sylviane Herpin *Bilgi insanı şüpheden, iyilik acı çekmekten, kararlı olmak korkudan kurtarır. Konfüçyus "İnsanlarla birlikte büyüseler bile, kurdun eniği yine kurt olur." Sadi Sirazi *Küçük insanların büyük gölgelerinin olduğu yerde güneş batmak üzeredir. Çin Atasözü *Büyük beyinler fikirleri, orta beyinler olayları, küçük beyinler ise kişileri konuşur. HYMAN RICKOVER *Karanlığa söveceğine kalk bir mum yak. KONFÜÇYUS *Sahipsiz olan memleketin batması haktır. Sen sahip çıkarsan bu vatan batmayacaktır. M. Akif Ersoy *Her sabah kalktığım zaman kendi kendime şöyle söz veririm: "Dünya üzerinde vicdanımdan başka kimseden korkmayacağım. Kimsenin haksızlığına boyun eğmeyeceğim. Adaletsizliği adaletle yıkacağım ve mukavemet etmekte ısrar ederse onu, bütün mevcudiyetimle karşılayacağım. Gandhi HAYATIN ALTIN KURALLARINDAN * Göğün her yerde mavi olduğunu anlamak için dünyayı dolaşman gerekmez. * Bak, aynı zamanda da baktığını gören ol. * Geldiğin zaman boşluk dolduran değil, gittiğin zaman yeri doldurulamayan ol. * Her duyduğuna inanma, elindekinin hepsini harcama ve istediğin kadar uyuma. * "Seni seviyorum" derken inanarak söyle. * "Özür dilerim" derken karşındakinin gözünün içine bak. * Evlenmeden önce en az altı ay nişanlı kal. * Asla başkalarının hayalleriyle dalga geçme. * Derinden ve inançla sev. * Kırılabilirsin belki ama başka türlü de hayatını tam yaşayamazsın. * Anlaşmazlıklarda dürüstçe savaş. * İnsanlar hakkında konuşulanlara inanıp onlar hakkında karar verme. * İnsanları yargılarsan, onları sevmeye zamanın kalmaz. * İnsanlara beklediklerinden fazlasını ver ve bu işi yaparken kibar ol. * Yavaş konuş, ama hızlı düşün. * Eğer biri sana cevap vermek istemediğin bir soru sorarsa gülümse ve "neden bilmek istiyorsun?" de. * Şunu daima hatırla ki, büyük aşk veya büyük yatırım daima büyük risk taşır. * Eğer kaybedersen, aklını da kaybetme. * Üç "S" yi unutma: Sevgi - herkese, Saygı - kendine, başkalarına, Sorumluluk - tüm hareketlerin için. ASLA BAŞKALARININ UMUDUNU KIRMA, BELKİ SAHİP OLDUĞU TEK ŞEY ODUR.. BOL BOL TEBESSÜM ET GÜLÜMSE HEM MALİYETİ UCUZDUR HEM DE DEĞERİNE PAHA BİÇİLMEZ... ARKADAŞLIK |
11-04-2003, 07:46 | #11 |
|
Düşündüren İlginç Hikayeler 3
PADİŞAH VE İHTİYAR
Çok soğuk bir kış günü padişah, tebdil'i kıyafet gezmeye karar vermiş. Yanına başvezirini alıp yola çıkmış. Bir dere kenarında çalışan yaşlı bir adam görmüşler. Adam elindeki derileri suya sokup, döverek tabaklıyormuş. Padişah, ihtiyarı selamlamış. " Selamünaleyküm ey pir'i fani..." " Aleykümselam ey serdar'i cihan..." Padişah sormuş. " Altılarda ne yaptın ?" " Altıya alti katmayınca, otuz ikiye yetmiyor..." Padişah gene sormuş. " Geceleri kalkmadın mi ?" " Kalktık. Lakin, ellere yaradı." Padişah gülmüş. " Bir kaz göndersem yolar mısın ?" " Hem de ciyaklatmadan..." Padişahla başvezir adamın yanından ayrılıp yola koyulmuşlar. Padişah başvezire dönmüş. " Ne konuştuğumuzu anladın mı ?" " Hayır padişahım..." Padişah sinirlenmiş. " Bu akşama kadar ne konuştuğumuzu anlamazsan kelleni alırım." Korkuya kapılan başvezir, padişahı saraya bıraktıktan sonra telaşla dere kenarına dönmüş. Bakmış adam hala orada calışıyor.. " Ne konuştunuz siz padişahla..." Adam, başveziri şöyle bir süzmüş. " Kusura bakma. Bedava söyleyemem. Ver bir yüz altın söyleyeyim.." Başvezir, yüz altın vermiş. " Sen padişahı, serdar'i cihan, diye selamladın. Nasıl anladın padişah olduğunu?" " Ben dericiyim. Onun sırtındaki kürkü padişahtan başkası giyemezdi." Vezir kafasını kaşımış. " Peki, altılara altı katmayınca, otuz ikiye yetmiyor ne demek." Adam, bu soruya cevap vermek için de bir yüz altın daha almış. " Padişah, altı aylık yaz döneminde çalışmadın mı ki, kış günü çalışıyorsun, diye sordu. Ben de, yalnızca altı ay yaz değil, altı ay da kış çalışmazsak, yemek bulamıyoruz dedim." Vezir bir soru daha sormuş... " Geceleri kalkmadın mı ne demek ?"Adam bir yüz altın daha almış. " Çocukların yok mu diye sordu. Var, ama hepsi kız. Evlendiler, başkasına yaradılar, dedim." Vezir gene kafasını sallamış. " Bir de kaz gönderirsem dedi, o ne demek..." Adam gülmüş. " Onu da sen bul..." DENEYİM 60'lik ünlü ressam, bir lokantaya girer. Gerçi cebinde parası yoktur ama aldırmaz. Lokantacıya yapacağı portresine karşılık yemek yemek istedigini söyler. Güzelce karnini doyurur. Sonra bir çırpıda lokantacının portresini çizerek masaya bırakır. Kalkarken adam gelir, resme bakar, beğenir. "Güzel ama" der lokantacı "Bir dakikada yaptınız bunu, oysa bir saattir yiyorsunuz". Ressam "Bir dakika değil, 60 yıl ve bir dakika" diye karşılık verir. AZİM Japon çocuğun tek hayali çok ünlü bir karateci olmaktı. Fakat ailesi buna izin vermezdi. Bir gün talihsiz bir kaza sonucu çocuk sol kolunu kaybetti. Ailesi çocuğun moralinin çok kötü olduğunu görünce ona bir karate hocası tuttu. Hoca ilk dersinde çocuğa karsısındakini sağ koluyla tutup üstünden savurmayı gösterdi. Hatta ikinci, üçüncü ve sonraki bütün derslerde hep ayni hareketi yapıyorlardı. Çocuk bir gün hocasına "hocam ben çok sıkıldım, artık başka hareketlere geçsek" dedi. Hoca ise bunu kabul etmeyerek dünyada bu işi en hızlı yapan kişi olmadıkça bitirmeyeceğini söyledi. Çocuk o kadar hızlanmıştı ki, hocasını bile göz açıp kapayıncaya kadar yerden yere vuruyordu. Bir gün hoca elinde bir kağıtla geldi kağıtta çocuğun gençler karate şampiyonasına katılabileceği yazıyordu. Çocuk çok şaşırdı. Ertesi gün salonda ilk rakibinin karşısına çıkacakken heyecanla hocasına sordu, "hocam bu iş nasıl olur? Ben sadece tek hareket biliyorum kesin kaybederim". Hocası ise "sen sadece hareketi yap" cevabini verdi. Çocuk ringe çıktı ve hareketiyle rakibini eledi. Hatta tek hareketle finale kadar çıktı. Finalde karşısında kendisinin iki katı birisi vardı. Önce çok korktu ama gene bildiği hareketi yaparak son rakibini de yendi ve şampiyon oldu. Sevinçle hocasının yanına koştu ve sordu "hocam nasıl olur anlamıyorum, sadece bir hareket biliyorum, tek kolluyum ve şampiyon oldum". Hocası çocuğa baktı ve dedi ki, "senin yaptığın hareket karatedeki en zor hareketlerden biridir. ..Ve bir tek savunması vardır o da, rakibin sol kolunu tutmak". İDARECİLİK SANATI Büyük Amerikan imalat fabrikalarından birinin yönetim kurulu üyeleri kâr ve zarar hesaplarını incelerken, fabrika müdürünün aylığına takılmışlar ve bunu bir hayli indirmek kabil olacağını düşünmüşler. İçlerinden iki kişi seçerek fabrika müdürü denen bu adamın neler yaptığını bir görmelerini ve ondan sonra bu konuda karar verilmesini kabul etmişler. İki kişilik heyet bir sabah sessizce fabrikaya gitmiş ve fabrika müdürünün odasına girmiş. Gördükleri manzara şu olmuş: Fabrika müdürü elinde kahve fincanı, ayakları masanın üstünde, etrafa halka gülücükler yaymakla meşgul. Masanın üstünde ne bir dosya, ne bir kağıt hiç bir şey yok. Bir müddet kendisi ile oradan buradan konuşan heyet azaları bu müddet zarfında müdürün hiç bir işle meşgul olmadığını ve yalnız bir kaç basit telefon konuşması yaptığını görmüşler. Heyet aldığı intibadan memnun İdare Meclisine fabrika müdürü denilen zatın yanında bulundukları üç küsür saat zarfında hemen hemen hiç bir şeyle meşgul olmadığını ve bu bakımdan böyle basit bir iş için verilen yıllık 100.000 dolardan en aşağı üçte iki nisbetinde bir tasarruf sağlanabileceğini söylemiş. Tabii fabrika müdürü bu indirmeye razı olmamış, işten ayrılmış. Yeni maaşla çalışmayı kabul eden bir çok istekli arasında bir zat yeni fabrika müdürü tayin edilmiş. Üç aydan sonra idare meclisine gelen imalat istatistiklerinde az, fakat dikkati çekecek kadar bir düşme başlamış, fabrika müdürü yenidir, tabii bu kadar acemilik olur demişler. Altıncı ayın sonunda istatistik eğrisi bir hayli düşmüş. Eski heyet azaları yeni fabrika müdürünü odasında ziyaret etmişler. Adamcağız kan-ter içinde, bir elinde telefon, öteki eli evrak imzalamakla meşgul, başıyla gelenlere oturmalarını işaret etmiş. Gelen giden o kadar çok ki, adamla doğru dürüst konuşmaya bile imkan olmamış. Fakat heyetin kanaati şu olmuş.; böyle canla başla çalışan bir adam başta olduğu müddetçe işlerin düzelmemesi için hiçbir sebep yoktur, biraz daha bekleyelim. Sene sonu gelmiş, her zaman kâr eden fabrikanın bilançosu zararla kapanınca idare meclisi azaları birbirine girmişler ve işi yeniden incelemeğe başka bir heyeti memur etmişler. Yeni heyet müdürün odasına değil, fabrikaya gitmiş ve iş başında bekleyen insanlar görmüş, sebebini sormuş aldıkları cevap şu: Hususi bir döküme başlayacağız, fabrika müdürü ben gelmeden başlamayın dedi, biz de bekliyoruz, her halde elektrik atölyesinden bir türlü ayrılmaya vakti olmadı. O sırada gözleri, yaşlı bir ustabaşıya ilişmiş, adamı şöyle bir kenara çekmişler ve fabrikanın eskiye nazaran daha fena çalışmasının sebeplerini sormuşlar. Yaşlı ustabaşı içini boşaltmak ihtiyacını uzun zamandır hissetmiş olacak ki : -Baylar demiş, eski müdürümüz teferruatla uğraşmaz, ileriye ait planlar yapar, işi bize bırakır, biz de normal zamanlarda onu rahat bırakırdık. Ani, içinden çıkamayacağımız olağanüstü bir problemle karşılaştığımız zaman ancak ona başvururduk ve o zaman da bilirdik ki, o bizim bu müşkülümüzü çözecek. O hakiki fabrika müdürü idi. Güler yüzlü idi, bizle şakalaşır, fakat hepimiz için düşünürdü. Şimdiki müdür de çok dürüst, iyi niyet sahibi, hatta çok daha çalışkan bir adam. Fakat o hiçbirimize inanmıyor, her işin kendisi tarafından görülmesini istiyor. Yani o, bizim yerimize ustabaşılık yapıyor, tabii biz de amele çavuşu mertebesine düşüyoruz, haydi neyse buna da aldırmayalım, ama fabrika müdürlüğü boş kalıyor. Elinde piposu,ileriyi görmeğe çalışan, tedbir alan, düşünen adamın yerinde kimse yok. Eski fabrika müdürünü tekrar oraya getirmek isteyen idare meclisi, bir senelik acı tecrübesinden sonra 100.000 yerine 150.000 dolarla onu ancak gelmeye razı etmiş. İdarecilik güç bir sanattır. Öyle bir sanat ki, eseri gözle görülmez ve ölçülmesi de ancak mukayeselerle ve senelerin tecrübeleriyle biraz kabil olabilir. Büyük liderler gibi onları da, o müessesenin bitaraf bir tarihçisi kıymetlendirebilir. Onun için günlük takdir bekleyenlerden bu sanatın sanatçısı çıkmaz. Başkaları için tavsiyede bulunmak, yeni bir yol teklif etmek, hatta karar vermek kolaydır. Güç olan, bunları yapmaktan kaçınmak, gururumuzu yenmek ve ancak ve ancak kendimiz için karar vermektir. MICROSOFT VE İŞSİZ TEMİZLİKÇİ İşsizin biri, temizlik isleri icin Microsoft'a başvurur. İnsan Kaynakları, bir ön görüşmenin ardından test (yeri temizlemek) yaparlar ve "işe alındın, e-mail adresini ver, sana başvuru formunu göndereyim, aynı zamanda, işe başlamak için geleceğin günü bildiririm" der. Adam çaresiz, bilgisayarının, ve dolayısıyla e-mail adresinin olmadığını söyler. İnsan Kaynaklarından, onun adına üzüldüklerini, fakat e-mail'i yoksa, kendisinin de varolmadığını ve kendisi de olmadığı için işe alınamayacağını söylerler. Adam umutsuzca, ne yapacağını bilmeden, cebinde sadece 10$ ile çıkar. Ve bir markete girerek 10 kiloluk bir kasa domates alır. Kapı kapı dolaşarak, 2 saat içersinde sermayesini ikiye katlar. İşlemi birkaç kez daha tekrar eder ve aksam eve döndüğünde 60$'i vardır. Ve bu şekilde yaşayabileceğini anlar, her sabah erkenden evinden çıkar ve aksam geç saatlere kadar çalışır, ve her gün parasını üçe, dörde katlar. Az bir zaman sonra, bir el arabası alır, bunu bir kamyonla değiştirir ve bir sure sonra artık, birçok araçtan oluşan bir nakliye şirketi sahibidir. 5 sene geçer, adamımız Birleşik Devletlerin en büyük gıda nakliye şirketlerinden bir tanesinin sahibidir artık. Artık ailesini ve geleceğini düşünmektedir, ve hayat sigortası yaptırmaya karar verir. Bir sigorta şirketini arar, kendine uygun bir plan seçer ve konuşma biterken, sigortacı, teklifi gönderebilmek icin adamın e-mail adresini ister. Adam e-mail 'inin olmadığını söyler "Şaşırtıcı, der sigortacı, e-mail'iniz yok ve bu hanedanlığı kurabildiniz, düşünün, ya bir de e-mail adresiniz olsaydı." Adam düşünür ve su cevabi verir: - Microsoft'ta temizlikçi olurdum!! Bu hikayeden alınacak dersler : 1- İnternet, hayatinin tek çözümü değildir. 2- Eger Microsoft'ta temizlikçi olmak istiyorsan e-mail adresi edinin. 3- Eğer e-mail'in yoksa ve çok çalışıyorsan, zengin olabilirsin. 4- Eğer bu hikayeyi e-mail vasıtası ile aldıysan, temizlikçi olma sansın milyoner olma sansından daha fazla. Beş Maymun Hikayesi Kafese beş maymunu koyarlar. Ortaya da bir merdiven ve tepesine de iple muzları asarlar. Her bir maymun merdivenleri çıkarak muzlara ulaşmak istediğinde dışarıdan üzerine soğuk su sıkarlar. Her bir maymun aynı denemeye giriştiğinde çok soğuk suyla ıslatılır. Bütün maymunlar bu denemeler sonunda sırılsıklam ıslanırlar. Bir süre sonra muzlara hareketlenen maymunlar diğerleri tarafından engellenmeye başlanır. Suyu kapatıp maymunlardan biri dışarı alınıp yerine yeni bir maymun koyulur. İlk yaptığı iş muzlara ulaşmak için merdivene tırmanmak olur, fakat diğer dört maymun buna izin vermez ve yeni maymunu döverler. Daha sonra ıslanmış maymunlardan biri daha yeni bir maymunla değiştirilir ve merdivene ilk yaptığı atakta dayak yer. Bu ikinci yeni maymunu en şiddetli ve istekli döven ilk yeni maymundur. Islak maymunlardan üçüncüsü de değiştirilir. En yeni gelen maymun da ilk atağında cezalandırılır. Diğer dört maymundan yeni gelen ikisinin en yeni gelen maymunu niye dövdükleri konusunda hiç bir fikirleri yoktur. Son olarak en baştaki ıslanan maymunların dördüncüsü ve beşincisi de yenileriyle değiştirilir. Tepelerinde bir salkım muz asılı olduğu halde artık hiçbiri merdivene yaklaşmamaktadır. Neden mi? çünkü burada işler böyle gelmiş ve böyle gitmelidir. İşte bu nokta şirket politikalarının başladığı yerdir. KÖPEK İLE TAVSAN Köpeği ile yasayan bir genç İstanbul'da bir bahçe kati daire kiralar. Dairenin önünde bir teras vardır. Yan dairede de ev sahibi yaslı kadın ve oğlu oturmaktadır. İki dairenin teraslarından birbirine geçilebilmektedir. Kiracı genç taşınırken ev sahibinin oğlu kiracıya söyle der: "Köpeğinize ne olur dikkat edin, annemin tavşanına birsek yapmasın. Annem yaşlı, o hayvana da çok bağlandı, birsek olursa tavsana yaşayamaz. Tavşanın kafesi terasta duruyor, aman dikkat....". Kiracı da dikkat edeceğini söyler. Gel zaman git zaman, köpek ve tavşanın birbirileri ile hicbir sorunu olmaz, beyaz tavsan da iyice buyur. Tavsan bazen kafesinde duruyor, bazen de terasta dolaşıyordur. Bir gece köpek ağzında birşey ile sahibinin yanına gelir. Sahibi bir de bakar ki köpeğin ağzındaki şey ev sahibinin beyaz tavşanı, ama ölü ve çamur içinde! Kiracı paniğe kapılır, ölü tavşanı alıp bir güzel yıkar, tüylerini saç kurutma makinesi ile kurutup kabartır ve usulca yan terasa süzülüp tavşanı kafesine bırakır. O gece, suç üzerine kalacak korkusu ile köpeği alıp annesine gider. Bir hafta sonra döndüğünde ev sahibin oğlunu görür. Genç kederlidir. Kiracı tedirgin tedirgin ne olduğunu sorar. Ev sahibinin oğlu cevap verir: "Siz yoktunuz tabi, bilmiyorsunuz... annem vefat etti...". Kiracı suçlulukla yutkunarak sorar: "Başınız sağ olsun, nasıl vefat etti anneniz?". Ev sahibinin oğlu cevap verir: "Tavşanı beslemeyi unutmuşuz, hayvancağız ölmüş. Annemle birlikte tavşanı bahçeye gömdük. Ertesi sabah annem tavşanı hortlamış, kafesinde görünce kalbi dayanmadı zavallının....." |
27-04-2003, 21:15 | #12 |
|
SLM
güzel ve keyifli hikayeler okudum. Umarım devam edersiniz)) |
01-05-2003, 08:46 | #13 |
|
Sıradan Mısınız?
Sıradan mısınız?
Affedersiniz, üzgünüm, dalgınlığıma geldi. Tabii ki değilsiniz, Siz farklısınız. Hemen anlaşılıyor farkınız. Gören anlıyor, ya da bakmasını bilen. Aslında çok da belli olmasını istemiyorsunuz farkınızın... Bilenler biliyor, değil mi? Ehh, her zaman değil belki ama, çoğunlukla diyelim. Tarzınızı yarattınız artık, kişiliğinizi belirleyecek kadar çok şey gördünüz, geçirdiniz. Pardon, bazen de geçirdiler. Ama hayat böyle zaten, bunu da biliyorsunuz. Belki de çok çok ilerde değilsiniz ama ön saflara yaklaşmışsınız denebilir. Öyle çok ahım şahım bir hayatınız olmadı ama sürüden biri de olmadınız, yani, çoğunlukla. İyi bir eğitiminiz var, belki en iyi, belki normal okullarda okudunuz... Ama ne fark eder ki, insan kapasitesi kadar ilerler... Siz zaten farkındaydınız kendinizin, istediğiniz kadarını aldınız, kapattınız açıklarınızı. Kapatmadıysanız bile bu da bilinçli bir tercih olmadı mı sanki? Nasılsa mükemmel olunamayacağını biliyorsunuz, mükemmellik sıradan insanların kuruntusu diyorsunuz belki de... Evet, bilinçliydi seçiminiz. Bazen de bilmeden saptınız yollara ama... Ama, tabii ki, sezgileriniz vardı, onları kullandınız. Ehh, sonuçlardan memnunsunuz, en azından, çoğunlukla... İnsanlara bakıyorsunuz şaşarak, evet çok şaşırtıyor insanlar Sizi. Nasıl da birbirlerini tekrarlıyorlar, nasıl da bıkıp usanmadan aynı yaşamları yaşıyorlar içlerinde bulundukları durumların farkına varmadan... Ev, iş, araba, sevgililer, eşler, çocuklar, sabah akşam mesaisi, ruhların zamana esirliği, angaryaların asıl olanla yer değiştirmesi... Bulunan kısıtlı zamanlarda yaraların sarılması... Siz artık yaralarıızı da hissetmiyorsunuz zaten. Klasik bir deyim olacak ve size yakışmayacak ama aştınız siz bunları... Hem de çoktan, hem de belki çok genç sayılacak yaşınıza rağmen... Çoğunlukla değil ama bazen, gene de, gerekli olduğu zaman boyun eğiyorsunuz hayatın tekrarlarına. Ama istediğiniz zaman geri çekiliyor ve seyrediyorsunuz bu komik insanları. Evet, gerçekten ne kadar da çok yol aldınız hayatta... Sıradan mısınız? Hayır, hiç sanmam... |
01-05-2003, 08:52 | #14 |
|
Bekliyor Musunuz?
Ben bekliyorum. Günlerdir, haftalardır, aylardır, yıllardır bekliyorum. Bazen tevekkül içinde bir tarikat ehli gibi sabırla ve bazen oyuncağı elinden alınmış şımarık bir çocuk gibi sabırsızlıkla bekliyorum. İster sabır ister sabırsızlıkla bekleyeyim, çoğu kez umutsuzca buluyorum aklım başıma geldiğinde kendimi.
Hayır, hayır, beklediğim, hak ettiğim ama bir takım kahredici kıskançlıklar ya da şu günlerde moda olduğu gibi uluslararası bir komplo sonucu elimden alınmaya çalışılan bir ödül, bir terfi, ya da Allah’la aramızdaki o aşkın perdelerin kalkmasını sağlayacak ‘mucizevi an’ değil. Aşk’ı, aşık olmayı bekliyorum yalnızca. ‘Bunun için dert etmeye değer mi şu kriz ortamında’ derseniz cevabım; ‘işte asıl bunun için dert etmeye değer’ olurdu herhalde. Hatırlıyorum da ilk günler, yani her an çıkıp gelecekmiş gibi onu umutla beklediğim günler ne kadar da güzelmiş. İlk kez tanışacağınız biri yada koridorun sonunda köşeyi dönerken göz göze geleceğiniz, hadi olmadı sessizce arkanızdan sizi izlediğini anladığınız bir bakışın, eninde sonunda aklınızı ve yüreğinizi kasıp kavurabileceğini düşündüğünüz, umutlandığınız günler. Kim bilir belki karşılaşmışsınızdır da, kafanızı karıştıran o karşılaşmanın büyüsünün bir türlü o hakiki etkiyi, o akışkan ve tatlı kıvamı tutturamamış olmasıdır. Şirket evlilikleri gibi yada çoktan birbirinin boğazını kesmeye hevesli Filistinli ve İsrailli iki askerin zorunlu el sıkışmasına benzeyen günü birlik ilişkilerden söz etmiyorum. Sözünü ettiğim, kriz öncesi aldığınız arabanın son taksidini ödeyip bankanın internet sitesinden çıktığınız an aklınıza düşen, yahut çoğumuzun yaptığı gibi bütün bir yıl bekleyip bir şekilde gittiğiniz diyelim ki Akbük koyunda, gün batımını elinizde buzlu rakınız ‘ohh’ çekip, ‘işte bu kardeşim’ dediğiniz an. Sözünü ettiğim, bir Fenerbahçeliyseniz eğer, 4-3’lük yüksek gerilimli bir karşılaşmanın sonunda Galatasaray’ı yenip, bağırmaktan ve zıplamaktan yorgun düştüğünüz mutlu bir gecenin sonunda, uykuya dalmadan önce, yüreğinizin en derinlerinde bir yerde hissettiğiniz o tamamlanmamışlık, eksik kalmışlık duygusu. Sözünü ettiğim; aşk. Böylesi gecelerin sabahında çoğu kez yaptığım gibi, İstabuldaysanız Beşiktaş’taki Kabalcı kitabevine, Ankaradaysanız Yüksel caddesindeki Dost’a gidip, yığın yığın kitapların arasında derdinize derman olacak bir şiir, bir öykü yada bir roman aramanız da boşuna. Hayat herkese öğretir ki, eğer aşkı kitapçıda çalışan bir erkek yada kadın da bulmayacaksanız hiçbir metin yüreğiniz ve aklınızda kalan o boşluğu doldurmaz, dolduramaz. Hiçbir yazar size yazmaz. Siz öyle sanırsınız yalnızca. Dinlediğiniz şarkıların yada gösterime girmesini sabırsızlıkla beklediğiniz kimi filmlerin de bir yararı olmaz kanımca. Evet, belki hafifletirler içinizi acıtan sızıyı ama umutlanmayın hayatın, hayatınızın sırrını o karanlık salonlarda bulamazsınız. Bilirsiniz ki filme çekmeye can attığınız o hep aklınızdaki senaryo belki de hiç gerçekleşmeyecek. İnsan kolay vazgeçmiyor tabii. “Çıkmamış candan umut kesilmez” misali bekleyişi sürüyor. Bir gün bir yerde, o mucizenin gerçekleşeceğine içten içe inanıp, “kızgın” yüreklerimizi soğutuyoruz. Bu arada günler, mevsimler, yıllar geçmeye devam ediyor. Eski arabamızı satıyor belki yeni bir bilgisayar alıyoruz. Belki hep sıkıldığımız ama Allah’a şükür karnımızı doyuran işimizi kaybediyor, hayatın ırmaklarında bir o yana bir bu yana savruluyoruz. Annemizle eskisi gibi sık sık kavga etmediğimizi fark ediyoruz bazen iyimserlikle, bazen artık uzaklara gitme hayalini (şu günlerde sıklıkla olsa da) nicedir unuttuğumuzu hatırlayıp alışkın bir bıkkınlıkla yeni hayaller kuruyoruz. Sözü, ‘hayır artık üzülmüyorum’a getirmek ve size içi boş öğütler vermek değil niyetim. Bunları yazıyorum çünkü biraz biraz teselli buluyorum hepimizin yaptığı gibi. Hayatımıza anlam katan, bizi sonsuzla buluşturan o “eşsiz” şeyin yalnızca “aşk” olmadığını da biliyorum. Ama derdime derman aradığım bir kitaptan bir cümle zaman zaman aklıma düştüğünde belli belirsiz gülümsemekten de kendimi alamıyorum; “içinizde kalbinize nakşeylediğiniz bir sevgilinin yüzü yaşıyorsa eğer, dünya hala sizin evinizdir.” Umarım dünya hala evinizdir... |
01-05-2003, 09:17 | #15 |
|
Erkek Yetiştirmek
"-Öyle bir erkek yetiştiriceğim ki, benim gençliğimde bulamadığım cinsten olacak." Bu düşüncelerle çocuğuna baba olacak fiziksel özellikleri iyi bir verici aramıştı. Aklını ve karizmasını benden alsa, kombinasyon tamam olur zaten demişti. Eğitimle neler yapılabileceğini herkese göstercekti. Aradığı mükemmel erkegi bulamamış, yası geçkince ama hayat tecrübeleri diz boyu ve elinden epey "y " kromozumu geçirmiş bir hatun olarak aktarılmak üzere bir yığın tecrübe minik bebeği bekliyordu.
Eğer kızım olursa, onu güzel ve fettan, tüm erkeklere gösterip vermeyen, inim inim inleten bir şırfıntı yapacağım, diyordu. Ama amaa… asıl planlar bebeğin erkek olması durumunda ortaya çıkıyordu. Neyseki oğlum oldu, diye içinden geçirdi. Hemen oğluna son derece yalın, eski bir isim koydu. Öyle yeni yetme, özenti, zorlama isimler yakışmazdı ve plana uymazdı. İsim dediğin unutulmamalı, başka isimlerle karışmamalı ve zorlandığı belli olmamalı, hele hele ismine bakarak birinin doğum yılı hiç tahmin edilmemeli. Kafası çalışan bir anne, geçici isim trendlerine ve çok değisik isim akımlarına kapılmamalı dedi, lohusa haliyle. Bebek sahiden de harikaydı, gaz sancılarını bile belli etmemişti. Henüz 2 yaşına gelmişti ama o muhteşem mavi gözler, babasından aldığı o uzun boy, harika bir gülüş ve mekanik konulara karşı ileri bir zeka. Acayip harika bir adam olucaktı ve bu bebek, hiç bir kızın peşinden koşmayacak, kendindeki bütün olumlu özellikleri bilip, bu özellikleri dibine kadar kullancak ve herkes ona erişmeye çalışacaktı. Her yönden mükemmel olacak, seçimleri hep o yapacaktı. Kimle beraber olacağına, kimden ne kadar faydalanacağına o karar verecekti. Bu arada anne de tabii, öyle bir adamın annesi olarak etrafta gerekli saygıyı, tüm kız milletinden görecek ve onlar üzerinde bu gücünü kullanacaktı. Herşey şimdilik yolunda gidiyor diye düşündü bakımlı ve yaşını hiç göstermeyen anne! Nasıl da şu minicik kafa kimseye pas vermiyor, ve karizmatik görünüyordu. Bu planlardan sanki haberi varmışcasına ne yapması gerekiyorsa onu yapıyordu. Oğlunu en iyi markaların sezon sonu ve defolu ürünler satan outlet mağazalarından giydirirken şöyle bir baktı da,…bu kadarını bende beklemiyordum dedi. O ihrac fazlası ürünün icinde nasıl da güzel görünüyordu, muhteşem gülüşlü mavi gözlü velet. Üstelik süpermarketlerde meyve sebze reyonlarının yanından geçerken insanlar gözlerini ondan alamıyor ve “maşallah şuna bak ne güzel, nasıl da tatlı diyerek birbirlerini dürtüyordu. Herkes görebilsin, daha fazla hayran olabilsin diye çocuğu iyice ortalara bırakıyor, uzaktan izliyordu. İste bu, bu harika şey var ya.. işte o benim.. o benim bebeğim diye kafasını daha bir dikerek yürüdü, kasalara doğru kasıntı anne.. İçinde yakışıklının annesi olmanın gururu, cebinde ise alacaklarını karşılayacak bir kredi kartıyla. Çıkışta bir şeyler yiyelim, dedi, birkaç kilo fazlası olan anne. Beraberce, bebek mama sandalyesi hizmeti sağlayan bir amerikan kökenli franchise şirketini ve bir jumbo menüyü seçtiler. Bu fast food cuda insanlar bir yandan diet kolalarını içerken, bir yandan da minik oğlunu kesiyolardı. Ağızlarının kenarındaki ketçapı silerken, karşı masadaki bebekle göz oynaşına girmek, tam bizim millete has bir hareketti. Evet evet .. kesin şeytan tüyü vardı bu bızdıkta. İstediği herşeyi yaptırıyodu, sağdaki soldaki teyzelere ablalara. Hele hele şeker veriyorlarsa, karşılığında kocaman bir gülücük ve öpücük geliyordu, glikozla çocuk kandırmaya çalışan yetişkinlere. İlerde ruhunu satması gerektiğinde çok zorlanmıyacak, dedi, çok bilmiş anne. Doğum kilolarını atamamış, ama epey pahalı yerlerden giyinmiş şu kadın ve küçük kızına bak, dedi, oğlunun kulağına. Nasıl da sana bakıyorlar. O kaliteli, ama yakışmamış elbise giyen kız, nasıl da oğlum kendisiyle ilgilensin istiyor, diye içinden geçirdi. Annesi ise nasıl da iki çocuğu kıyaslıyor ve sonuçtan hoşnutsuzluğunu belli ediyor, dedi, sırıtmasına engel olamaz bir biçimde. Ohhh olsun! dedi. Niye oh olucaksa, anlamadı yakışıklı bebek. Tam olması gerektiği gibi gidiyor, dedi, jumbo menüyü mideye indirmiş anne …kesin çok çapkın olup, epey zengin birinin kızını götürcek ve şımarık kızı “Babaaaaaaa, nolur o çocukla evleneyim, onu razı ettttt! “diye bağırtacağa benziyordu. O zengin kahpeleri süründürmesini nasıl da istiyordu hain hain hayal kurarken. Mekanik merakı ise dışardan bile farkedilir şekilde artıyordu. İçi yuvarlak ve boş bir şey gördüğü anda, o yuvarlağa uyan bir şeyi buluyor ve oraya sokuşturuyordu, elleri hünerli bebek. Uygun ebattaki şeyleri içiçe sokmak şeklinde bir oyun yapmıştı kendisine. “Bu hareketlerin hepsi erkeklik denemeleri” dedi, saçını bu sefer fazlaca kırmızıya boyatmıs anne. Kreşten döndükleri bir akşam parlak mavi gözlü oğlunun, zeynep zeynep dediğini duydu. Kim bu zeynep dedi sabırsızlıkla. Hizmetçi'nin kızı olduğunu, oğlu asansöre binmeyip hizmetçi dairesine gitmeye çalısırken farketti. Tamam, Ahmet efendiyi çok seviyorlardı ama…, ama… Öylesine ağlak ve sidikli bir kız dı ki…Nerede hata yapmıstı acaba? |
01-05-2003, 12:15 | #16 |
|
açıkçası kadının içindeki komplexi çocuga hem biyolijik hemde fiziksel görünüşü olarak aşılamaya çalışması ve planlarının tutmaması için hiç bir neden görememesi çokda mantıksız değil ama hesaplarını yaparken 'aşk'ı işin içine katmamıştı...ki bunun henüz bir formülü bulunmadıda eminim bulunsa onuda kullanırdı..
|
21-03-2007, 17:20 | #17 |
|
Amerikan Mahkemelerinde Sorulmuş Sorular
Asagidakiler mahkemelerde avukatlar tarafindan
sorulmus sorulardan derlenmistir. Bu sorular amerikan mahkemelerinde sorulmus ve yanitlanmis, sadece türkçeye çevrilmistir.. 1. "Uykusunda ölen bir insan, ertesi günün sabahina kadar bunun farkina varamaz, degil mi doktor?" 2. "En genç olan oglunuz, hani su 20 yasinda olan, kaç yasindaydi?" 3. "Resminiz çekilirken orada miydiniz?" 4. "Yalniz miydiniz, yoksa kendi basiniza miydiniz?" 5. "Savasta öldürülen kardesiniz miydi yoksa siz miydiniz?" 6. "Sizi öldürdü mü?" 7. "Çarpisma esnasinda araçlar arasinda ne kadar mesafe vardi?" 8. "Oradan ayrilana kadar orada mi kaldiniz?" 9. "Kaç kere intihar etmeyi basardiniz?" 10. Soru: "8 agustosta mi hamile kaldiniz?" Cevap:"Evet." Soru: "peki o anda siz ne yapiyordunuz?" 11. Soru: "Üç çocugunuz var, degil mi?" Cevap: "Evet." Soru: "Kaçi erkek?" Cevap: "Erkek yok." Soru: "Hiç kiziniz var mi?" 12. Soru: "Merdivenler alt bodruma iniyor dediniz, degil mi?" Cevap: "Evet." Soru: "Peki bu merdivenler yukari da çikiyor muydu?" 13. Soru: "Bay ___, geçen yaz kusursuz bir balayina çiktiniz, degil mi?" Cevap: "Evet, Avrupa'ya..." Soru: "Esiniz de sizinle geldi mi?" 14. Soru: "Ilk evliliginiz niçin sona ermisti?" Cevap: "Ölüm sebebiyle." Soru: "Kim ölmüstü?" 15. Soru: "Süpheliyi tarif edebilir misiniz?" Cevap: "Orta boyluydu, sakali vardi." Soru: "Erkek miydi yoksa kadin mi?" 16. Soru: "Bugüne kadar kaç ölü üzerinde otopsi yaptiniz, doktor?" Cevap: "Bugüne kadar ki bütün otopsilerimi ölüler üzerinde yaptim." 17. Soru: "Bütün cevaplariniz sözlü olmak zorunda, anlastik mi? Simdi, hangi okula gidiyorsunuz?" Cevap: "Sözlü." 18. Soru: "Otopsiye basladiginiz zamani hatirliyor musunuz?" Cevap: "Aksam 8:30 civarinda basladik." Soru: "Bay___ o esnada ölü müydü?" Cevap: "Hayir, sandalyeye oturmus neden otopsi yaptigimi merak ediyordu." 19. Soru: "Idrar örnegi verme imkaniniz var mi?" Cevap: "Kendimi bildim bileli yapabilirim." 20. Soru: "Otopsiye baslamadan önce Bay .....'nin nabzina baktiniz mi doktor?" Cevap: "Hayir." Soru: "Kalbini dinlediniz mi?" Cevap: "Hayir." Soru: "Nefes alip almadigini kontrol ettiniz mi?" Cevap: "Hayir." Soru: "O halde siz otopsiye baslarken Bay ___ hala yasiyor olabilir, degil mi?" Cevap: "Hayir." Soru: "Nasil bu kadar emin olabiliyorsunuz, doktor?" Cevap: "Çünkü adamin beyni masamin üstünde bir kavanozun içindeydi." Soru: "Yine de hasta hala yasiyor olamaz miydi?" Cevap: "Evet, hatta su anda bir mahkeme salonunda avukatlik yapiyor olabilir." |
Şu anda Bu Konuyu Okuyan Ziyaretçiler : 1 (0 Site Üyesi ve 1 konuk) | |
|
Benzer Konular | ||||
Konu | Konuyu Başlatan | Forum | Yanıt | Son Mesaj |
Avukatlık Kanunu - İlginç | bcokelez | Hukuk Sohbetleri | 9 | 08-09-2006 10:24 |
İptal edilmeyen hukuka aykırı belediye meclisi kararının durumu | Emin GÜNEŞ | Meslektaşların Soruları | 6 | 28-07-2006 18:24 |
3 İlginç Olay | Batu Han | Site Lokali | 3 | 26-03-2003 17:39 |
Üzücü Ve İlginç Bir Olay | bora100 | Hukuk Soruları Arşivi | 2 | 08-02-2003 22:41 |
Türk Hukuk Sitesi (1997 - 2016) © Sitenin Tüm Hakları Saklıdır. Kurallar, yararlanma şartları, site sözleşmesi ve çekinceler için buraya tıklayınız. Site içeriği izinsiz başka site ya da medyalarda yayınlanamaz. Türk Hukuk Sitesi, ağır çalışma şartları içinde büyük bir mesleki mücadele veren ve en zor koşullar altında dahi "Adalet" savaşından yılmayan Türk Hukukçuları ile Hukukun üstünlüğü ilkesine inanan tüm Hukukseverlere adanmıştır. Sitemiz ticari kaygılardan uzak, ücretsiz bir sitedir ve her meslekten hukukçular tarafından hazırlanmakta ve yönetilmektedir. |